Askerler ileri devam ederlerken savaş tam anlamıyla başlamış ve iki taraftan da kayıplar gelmeye devam etmişti. Abit iyi bir saldırı yaparak ileri atıldı ve taşın toprağın üstünden kayarak bir kayanın ardına saklandı. Nefes nefese kalmıştı ve etrafına bakınırken on metre ileride küçük bir kayanın arkasında saklanan beş yaşlarında bir kızla göz göze geldi. Kaşlarını çatarak onu oradan nasıl kurtarabileceğini düşünürken arkaya seslendi.
‘’Ferhat beni koru!’’ deyince aniden ona döndü arkadaşı ve onayla başını salladı. Abit silahına sarılarak nefesini tuttu ve kayaya çok az bir mesafe kala kendini ileri atarak karnının altından geçen mermiden sıyrıldığı gibi yere düştü. Hiçbir şeyi yoktu çok şükür. Kendini toparlayıp kalktığında kızın elinden tuttu.
‘’Adın ne senin?’’
‘’Azra.’’ deyince Abit ağzındaki tozu silerek kıza tebessüm etti.
‘’Memnun oldum Azra, seni buradan kurtaralım mı, bir yerinde yara falan var mı?’’ deyince küçük kız hafifçe arkasını döndü ve kazağını kesen kanlı bıçak izini genç adama gösterdi. Elini kızın sırtına atan adamın bileğine sızan kanlar yüzünden adamın canı öyle çok yandı ki. Kızın gözleri seyrelirken ellerini kızın bacağı ve karnından geçirerek kucağına aldı. Küçük kızın bilinci hala yerindeydi ve Abit ile iletişimde kalabiliyordu. Abit ortamın sessizliğinden istifade koşarak başka bir kayanın arkasına geçti ve çevresini kolaçan etmeye başladı. Kimseyi göremeyince de hızına hız ekleyerek şifa çadırına doğru koştu. Genç adam koşarken bir mermi sırtını kesip geçtiğinde biraz sendeledi. Acıyla yüzünü buruşturdu Abit ve kucağındaki kız da acısını yüzünden anladı. Üzerinde olan kollar biraz gevşediğinden bunu anlamıştı zaten. Ancak ne olursa olsun koşmaya devam etti genç adam. O an çadırdan çıkan Caleb kucağındaki kıza sarılarak herhangi bir saldırıdan korumaya çalıştığı kızı ve en yakın arkadaşını gördü. Onlara doğru yaklaşırken bir mermi sesi patladı ve Abit’in sağ ayağından girip çıktığında genç adam dengesini koruyamayarak yere düştü. Kucağındaki kız da yeri boyladığında Caleb ona doğru koştu ve yetiştiğinde kızı kollarından kaldırarak bağırmaya başladı.
‘’Sakın arkana bakma ve oraya doğru koş! Çabuk ol!’’ deyince adamın sesinden ürken kız sarsak adımlarıyla koşarken çadıra yaklaştığı sırada arkasını döndü ve kendisini taşıyan adamın başını onu buraya gönderen adamın kucağında gördü. Çadırın dibine oturarak onları seyretmeye başladı.
Caleb dizlerinin üstüne çökerek kardeşinin başını dizlerine aldı. Yanağına vurarak gözlerini ayık etmeye çalışırken bilinci kayboluyordu genç adamın.
‘’Uyan dostum, iyi misin? Seni taşıyabilir miyiz, dur! Belki böyle gidebiliriz,’’ deyip doğrulurken arkadaşını kucağına aldı ve çadıra koşturdu. Tam gelmek üzereyken Abit bir şeyler mırıldanmaya başladı.
‘’Dostum…’’ deyince Caleb durdu.
‘’Bana türküler yaz…’’ deyip öksürdü. ‘’…olur mu?’’ deyince Caleb’in gözleri dolmaya başladı.
‘’Hayır, dur! Nereye!’’ deyince Abit kaybettiği kan yüzünden gözlerini açamaz oldu ve devam etti.
‘’Sen benim iki cihanda da en yakın arkadaşım olacaksın…’’ deyince Abit’in nefesi iyice yavaşladı ve kolları yavaşça düştü. Caleb olduğu yere çökerek arkadaşını indirdi ve ellerini arkadaşının sırtından çektiğinde bileklerinden dirseğine dek akan kan damlalarıyla göz göze geldi. Gözleri buğulandı ve arkadaşının elinden tuttu.
‘’Ölüm bize duvar örmesin Abit, uyan…’’ deyince Abit can verdiği bedeniyle öylece yatıyordu yerde. Arkadaşının dudaklarından sızan kanı uzanıp sildi.
‘’Uyanmazsan beraber nasıl işe gideceğiz? Kardeşler beraber çalışır, amaçları da aynı olur. Yoksa kardeş değil miyiz?’’ dediğinde gözlerinden bir damla yaş döküldüğünde savaş sona erdi. Uzaktan onları izleyen küçük kız bile ağlamaya başlamıştı. Sırtındaki kesik değildi onu ağlatan, çok başka şeylerdi. Ve bu şeyler onun hayatından asla silinmeyecekti…
Savaş bittiğinde bütün şehitler toplanmış ve ailelerine haber verilmek üzere yola çıkmıştı. Cenazeleri ertesi gün yapılacaktı. Ve Caleb saatlerdir yutkunamıyordu.
Abit’in evine gelip kapıyı çaldığında soluk almakta zorlanmaya başladı. Kapıyı aralayan Behice Hanım karşısında Caleb’i görünce çok sevindi ancak onun yüzündeki solgunluğu görünce kendi yüzü de düştü.
‘’Oğlum hoş geldin!’’ deyince Caleb yutkunmaktan hiçbir şey diyemedi. Gözlerinden bir şey sızmasın diye başını hafifçe iki yana salladı ve kaldırdı.
‘’Behice Teyze…’’ diyen genç adamın yüzünden bir şeyler olduğunu anlamıştı kadın. Onun buraya yalnız gelmeyeceğini biliyordu çünkü. Oğlunun en yakın arkadaşının gözlerinde bir ışık arayan yaşlı kadın aradığını bulamayınca olduğu yere çöktü. Caleb onu tutacak gibi oldu ama öylece kaldı. Yaşlı kadının gözlerinden sızan yaş yüzünden kendi de dayanamadı ve bir köşeye çöktü. Kollarını dizinin üstüne koyup başını kapattı ve bu zamana dek ilk defa ağlamaya başladı. Aldığı her nefes boğazını kesip geçiyordu. Zaman sırtını çevirip gitmişti ondan. Güneş eskisi gibi gülümsemiyor aksine bulutlarını ileri atıyordu küslüğünü göstermek için. Yakalanmak istemiyordu yıldızlar ağlarken. Ve yere damlayan her yağmur Abit’e can olmak için canından geçiyordu.
Ertesi gün kardeşinin, en yakınının cenazesindeyken genç adam elli beş yaşına gelmiş gibi hissediyordu. İki günde yirmi yaş yaşlanmıştı, canı bedenine dar geliyordu sanki ve bir devir bitmişti. Caleb için bir yüzyıl erimişti…
Genç adam kardeşinin yokluğuna alışmakta güçlük çekiyordu. Derin bir sancı yokluyordu bütün bedenini. Tükenmişlik hissi vücudunu ele geçirerek yapacağı her şeye engel oluyordu. Bu onun enerjisini eritirken bir yandan da güçlendiriyordu aslında. Aslan kardeşinin cennette bir köşede olduğundan adı gibi emindi, bu yüzden kardeşine yaraşır bir kardeş olacaktı o da bundan sonra.
Tam bir ay sonra gazete başlığında bomba gibi bir şey patlamıştı. Küçük bir kızın çizdiği resim bütün gazete köşelerinde yer almaya başlamıştı. Babası ona resmi gösterdiğinde, üzerinde hemşire bir adam kucağında yatan askerle konuşuyordu. Bu görüntü ona asla yabancı gelmedi. Dizleri tutmaz olduğunda gazeteye bir kez daha baktı ve resmi iyice inceledi.
Yerde kanlar içinde yatan adamın başını dizlerine koyup sarılan hemşire formalı adam ve etrafında ölü tonla asker vardı. Havaya kalkmış tozlardan etraftaki rutubete dek her şey ayrıntısına dek çizilmişti ve bu eser devletin yaptığı bir resim yarışmasında yerini bir sene koruyacaktı.
Resim onu daha da beter ederken birkaç gün sonra da bir milli beraberlik marşı yarışması düzenlendiğini öğrendi. İşe gidip gelirken yarışma için günler geçti ve seçilen şiir tüm şehre okunmaya başladı. Şiirde kardeşi ve kendisi yer alıyordu genç adamın. Bu onun içini delip geçen bir bıçak kadar sancılıydı ancak bir soba kadar da sıcaktı.
‘’Abit ve Caleb devletin iki kolu
Vurulmaz dönülmez bu yolun sonu
Hayaller artık mekânı bu dostun
Yeminler bize kurban
Biz ona sürgün.
Abit nereden bilebilirdi son düşüşü
Caleb nereden bilsin son öpüşü
Caleb sarılmıştı tüm gücüyle
Abit sarılmamıştı bu sefer haliyle
Ölüm, kurşun, ölüm perde mi
Devleti daimî kılan yerde mi
Yelden geçen serden geçer derlerse
Şehadet Abit’e şahitlik Caleb’e helaldir.