Sanat tarihinde kadın temsili tarih boyunca sosyal ve kültürel olaylar ile paralel dönüşümler göstermiştir. Toplumların bakış açısı, inanç yapıları ve toplumsal cinsiyet normları sanatta kadın temsilini sürekli olarak, doğrudan etkileyen faktörlerden olmuştur. Bu dönüşüm sisteminde kadın imgesi bazen kutsal bir varlık olarak yüceltilmiş, bazen günah ve kontrol altında tutulması gereken bir tehdit olarak yansıtılmış, bazen de belirli güzellik standartları ile idealize edilerek bir nesne konumuna getirilmiştir. Tarih öncesi dönemlerden bugüne kadar, kadının temsilleri tarihe ve edebiyata da yansırken; sanat tarihi, yalnızca estetik ve imgesel bağlamdaki bir dönüşümü değil, toplumların kadın için oluşturdukları değer ve rollere de ayna tutarak somut görsel arşivleri karşımıza çıkartır.
Neolitik Dönemde Kadın Temsili: Ana Tanrıça Kültü
Neolitik dönemde, insanlığın yerleşik hayata geçiş sürecinde, doğurganlık, bereket, cinsellik, yaratıcılık ve doğum kavramlar Ana Tanrıça figürüyle somutlaştırılmış. Paleolitik Çağ’da görülen bu figürler, Neolitik dönemde etkisini arttırmıştır.
Bu kültürün izlerini Anadolu topraklarında yapılan arkeolojik kazılarda da çeşitli temsilleriyle görmekteyiz. Çatalhöyük’te tahtta oturan Ana Tanrıça heykelciği, kolları aslan kabartmasına yaslanmış, kucağında çocuk başı ile günümüze gelen önemli bir örnektir. İri göğüslü, büyük kalçalı figür doğurganlığı temsil ederken aynı zamanda kadının doğayla olan bütünlüğünü yansıtır. Ana Tanrıça kültü, farklı medeniyetlerde, İştar, İsis gibi tanrıçalara dönüşerek varlığını sürdürmüştür. Medeniyetlerde önem taşıyan tanrıça figürü bizlere Neolitik dönemde anaerkil bir toplumun olabileceğini düşündürür.
Bu dönemde Ana Tanrıça bereket, cinsellik, yaratıcılık, doğumu temsil eden anne simgesi olarak betimlendirilmiş ve değerlendirilmiştir. Zamanla farklı sıfatlar ile anılan Ana Tanrıça kültünün belirgin ve bilinen hali Friglerin “Kybele” ismini verdikleri tanrıça figürüdür. Anadolu için en önemli tanrıçalardan biri olarak benimsenmiştir.
Tarih öncesi çağlarda anaerkil toplumsal sistemin sürdüğü düşünülürken Ana Tanrıça kültü bu toplum yapısı ile yakından ilişkilendirilebilir. Doğurganlığın, ölümün karşısında durabilen bir güç olarak görülmesi kadının toplumdaki değerini ve etkisini arttırmıştır.
Tarım toplumu ve üretim araçlarının erkek egemenliğinde olmasıyla beraber sistem değişmeye başlamıştır. Ve sınıfsal toplum yapısı ile oluşan ayrımların temellendirilmesiyle ataerkil toplum yapısına geçildiği düşünülmektedir.
Bizans ve Rönesans Sanatında Madonna İmgesi
Hıristiyanlık ile beraber kadın temsili, Ana Tanrıça kültündeki doğurganlık ve bereketi temsil eden tanrıça figürü yerine, masumiyet ve şefkatin temsili olan Madonna imgesi ile bir dönüşüm yaşamıştır.
Meryem Ana, Hıristiyan teolojisinde ideal anneliğin sembolü olarak kabul edilmiştir. İnsanlık ile İsa arasındaki ilişki için bir köprü olan Meryem, Bizans maneviyatı için önemli bir konuma sahip olmuştur.
Rönesans dönemine gelindiğinde ise, Meryem ile Çocuk (Madonna ve İsa) tasvirleri sanatta en fazla kullanılan temalardan biri haline gelmiştir.
Bizans sanatının izlerini süren Rönesans sanatçıları Cimabue ve Giotto, Madonna tasvirlerine bir dönüşüm sağlamışlardır.
Önemli Rönesans sanatçılarından olan Boticelli, Leonardo da Vinci gibi isimler de Madonna ve Çocuk tasvirlerini sanatlarında göstermişlerdir. Rönesans döneminde bu tasvirlerin betimlenmesinde gerçek hayattan alınan ilhamlar görülmüştür. Figürlerin birbirlerine teması ya da bakışların vurgulanması da belirgindir.
Yunan mitolojisinde Afrodit, Roma’da Venüs olarak anılan, aşk ve güzelliğin tanrıçası, arzu ve şehvetin de temsili olan kadın imgesinin en eski tasvirlerinden biridir. Venüs, Rönesans sanatında sıkça çeşitli betimlemelerde görülen bir figür olmuştur. Botticelli “Venüs’ün Doğuşu” tablosunda, tanrıçayı deniz kabuğundan doğarken resmetmiştir. Venüs imgesi Rönesans sanatında idealize edilmiş tanrısal varlık iken 19. yüzyılda dünyevi bir arzu nesnesine evrildiği görülür.
Sanatta Cadı Temsilleri
Karanlık dönemlerden biri olan Cadı Avları, bilge ve bağımsız kadınlara oluşturulmuş sistematik bir şiddet biçimiydi. Kadınların şifacılık, ebelik gibi konulara olan bilgisi, erkek otoritesine karşı saldırı ve tehdit olarak algılanmasıyla tedirginliğe yol açmıştır.
Cadı imgesi, edebiyat ve sanat tarihi boyunca dönüşümler geçirmiştir. Kötülük ve şeytani güçler olarak tasvir edildiği görülürken zamanla karmaşık karakterlere dönüştürülerek de resmedilmişlerdir.
Modern feminist hareket, bu tür negatif sıfatlar ile anılan cadı figürlerini yeniden sahiplenerek, ataerkil sisteme boyun eğmeyen, kendi hayatlarına yön veren, direniş gösteren kadınlar olarak tekrar yorumlamış ve güçlü bir sembole dönüştürmüştür.
20. yüzyılla beraber, kadınlar, erkek sanatçıların resmettiği obje konumundan çıkarak, kendi hayatlarını anlatabilen özne konumuna geçmişlerdir. Frida Kahlo, bu bağlamda bilinen en cesur sanatçılardan biridir. Kadın yaşamını ve deneyimini ile korkusuzca seyirciye aktarırken toplumsal cinsiyet ve bedensellik konusunda güçlü bir perspektif ile çalışmıştır.
Tarih boyunca sanatta kadın temsili, Ana Tanrıça’dan Cadı’ya kadar çeşitli toplumsal cinsiyet rollerinin ve ilişkilerinin dönüşümünü yansıtır. Neolitik dönemlerde bereketin kaynağı olarak görülen ve yüceltilen kadının erkek egemen sistem ile idealize edilerek bir tehdit olarak resmedilmiştir. Sanatta kadın temsilinin geçirmiş olduğu bu dönüşümler, kadının kendi varlığını ve gerçekliğini yeniden inşa edebilen bir özne haline getirmesinin izlerini taşır.