Bir başkasının da senin kadar yalnızlık çektiğini görmek ne büyük bir tesellidir! Ne var ki bu kendi yalnızlığımızı daha az acı verici kılmaya yetmez. Kimi yalnız doğar, kimi yalnızlaştırılır, kimi yalnızlığı seçer; bu yüzden kimse ne herhangi birinin yalnızlığına ortak olabilir, ne de onu yalnızlıktan kurtarabilir. Kendi tercihi olduğunu iddia eden birine huzur veren yalnızlık, kendisine mahkûm bırakılan birini sessizlik ve azap ile ahenk içinde öldürür. Yalnızlıktan başka bir şey bilmeyen birininse sahip olduğu en sadık şeye ihanet edecek olma fikri dehşete düşürür onu. Ancak yaşadığını hissetmek; işte bunun yalnızlığını bilenler pek azımızdır.
Yalnızlığı tüm bunların birleşiminden oluşan biri olarak, bu anlamsız yığında yalnızlığın en yakın arkadaş gibi hissettirebileceğini acı yoldan öğrendim. Yaşadığımı hissettim, iliklerime kadar. Öyle ki şiddetini kaldıramayacağım bir farkındalık beni yalnızlıkla kutsanmış bir odanın dört duvarına çarparak acımasızca hırpaladı. Sonrasında herkese altın tepsilerle sunulan anlayış ve koşulsuz sevgiden esirgenerek uğruna kan döktüğü topraklardan sürgün edilmiş bir asker tadı vermeye başladım. Ancak ben de bu iki yüzlülüğü, tüm bu aldatmacayı büyük bir iğrentiyle reddettim. Yine de hiçbir şey beni yalnızlığıma başımı yaslayıp gelen geçeni seyrederken hayrete düşmekten alıkoyamadı.
Her şeyin arasında kaldım. Olduğum ve olabileceğim.
Adımını attığı her yerin yerle bir oluşuna tanık olan kof bir askerim ben ancak görünen o ki; eğer çıkarcı biri olsaydım, bir de sağlam bir midem olsaydı, Midas’ı olurdum bu düzenin.