Son dönemde Millî Mücadeleyi, milli devlet ve Cumhuriyeti içlerine sindiremeyenler T.C.’ye karşı siyasi şartlardan da yararlanarak bir hesaplaşma içine girdiler. Millî tarihi inkârdan düne ait her şeyi eski kabul edip sözde yeninin peşine düşüldü: Yeni Anayasa ve Yeni Türkiye gibi…
Bu ortamda vatan kavramı da tartışılır hale geldi. Vatan, bir milletin hatıralarının, birikimlerinin yer aldığı, nesilden nesile geçen millî kültürün yaşatıldığı, millî kültüre ev sahipliği yapan mekandır. Vatan, tarih boyu bedel ödenerek, fedakarlıklar yapılarak, şehitler verilerek, kültürün maddi ve manevi boyutunun coğrafyaya damgasını vurduğu kutsal bir mekandır. Sadece seccade serilerek namaz kılınan her mekan vatan toprağı değildir. Vatanın ne olduğunu onu kaybedenler iyi anlar. Coğrafyanın vatanlaştırılması belirli bir tarihi süreci gerektirir. Rahmetli Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık‘ın “Coğrafyadan vatana” isimli eserini okuduğumda çok etkilenmiştim. Son yıllarda millî devlet ve millî kimliğin dışlanarak millîyetsizleştirme sürecine girdik. Millîyetsizleştirme ve coğrafyaya vurulan damganın silinme çabaları aslında bir çeşit vatansızlaştırmaktır. Şimdi moda; devletsiz, millî kimliksiz, vatansız, sınırsız ve bayraksız Müslüman arayışıdır!
***
TV’lerde bazı programları izliyorum. Dün aşırı sol, burjuvazinin yok edilmesiyle millet gerçeğinin ve millîyetçiliğin de yok olacağını düşünerek bir yanılgı örneği sergilemişti. Bu ideolojik zorlamayı eskiden aşırı sol yapıyordu; şimdi top onlardan bazı sağcılara, Türk düşmanlığında yarışan ve milleti ırk olarak kabul eden bazı siyasi ümmetçilere geçti. Efendim, millîyetçilik ve millet gerçeği, hatta millî devletler modernitenin bir gereği olduğundan er geç silineceklermiş. Olup bitenler bunun tam tersini gösteriyor. Türk tarihinde millîyetçilik hareketleri Batı tipi bir kapitalistleşmiş bir toplumda şehirliler (burjuvazi) ile ortaya çıkmamıştır. Orta Asya Türk tarihinde millî varlığı Çin’e karşı koruma gayretlerinin görüldüğü dönemde, Orhun Abideleri anıtına bu gerçekler kazılırken orada ve ne de Batı’da kapitalizm vardı ne de burjuvazi… Batı’daki gelişmenin aynen Doğu toplumlarında ortaya çıktığını ileri süren basit ve kolay genellemeler bugün bir değer taşımıyor. Türklerin milletleşme safhasına girişi de sadece Fransız İhtilalinin doğurduğu etkilere bağlanamaz.
Milletleşen toplumların millîyetçiliği olur. Parça bütünün önüne geçmez. Millet ırk birliğinden çok kültür birliğidir. Boy, aşiret, kabile, mezhep ve etnik taassubun aşılması, millî çapta ortak kabullere ve redlere, mutabakatlara varılmasıdır. Gelecekle ilgili ortak iradenin ortaya çıkmasıdır. Milletleşme ve laiklik anlayışının olmaması yeni Suriye ve Irak örneklerini gündeme getirebilir. Millîyetçilik de kendi milleti dışındakileri aşağılamak, dışlamak değil; başka millîyetlerle Dünyayı eşit, insanca, adil ve istismar edilmeden paylaşabilecek şuur ve olgunluğa erişmektir. Millîyetçilik bizde herhangi bir sınıfın, tabakanın ve sosyal grubun tekelinde değildir. Türk millîyetçiliği bir seçkinler hareketi de değildir. Mesleği, bölgesi, mezhebi ne olursa olsun; ferdi çıkarı ile toplumun çıkarını bir gören herkesin millîyetçi olmasını engelleyen bir şey yoktur. Günümüzde millîyetçilik, millet ve millî devlet gerçeği o ölçüde inkâr edilemez ki; bölünen millî devletlerden yine millî devletler doğmaktadır. Millîyetçilik, resmi tören elbisesi değildir; toplumun bütününe ait olan bir duygu ve düşünce ve geleceğe bakış anlayışıdır. Bu olmadan ne sınırlar korunabilir; ne de dış politikadan ekonomi ve kültüre kadar millî menfaatler ve millî bağımsızlık yönünde hareket edilebilir. Millîyetçilik duygusallık ve hamaset zannedilir. Oysa o, ideoloji de olmayıp yaşanan bir pratiğin adıdır. Türk’ün millîyetçilik yapmasını kabullenemeyenler etnik ırkçılıktan rahatsız değillerdir.
***
Konumuzla tam ilgili olmasa da Prof. Dr. Veysel Bozkurt’un başkanlığında yapılan “Bursa’da Ar-Ge ve Üniversite-Sanayi İşbirliği Araştırması” 20 yıl sonra tekrarlanmıştır. Sanayide Ar-Ge kültürünün daha da gelişmesi, üniversite-sanayi iş birliğine olumlu bakış, ileri teknoloji üretimi isteği ve heyecanı olumlu farklılaşmalardır. Ancak sanayinin ihtiyaçlarından çok teorik bilgili insan yetiştirmemiz, beşeri sermaye açığı ve patent anlaşmazlıkları bazı olumsuzluklardır. Buna eğitimdeki kalite azalması ve küresel rekabetteki parlak olmayan durumumuz da eklenebilir. Ar-Ge’ye ayrılan payın bindelerden yüzde 1’e çıkması olumludur. Artık her kesim anlamıştır ki, düşük teknoloji ve ucuz emeğe dayanan üretim ile Türkiye orta gelir tuzağını aşamaz.
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.