Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kasım ayında 28. yaşına girecek. Toprağına, halkına sahip, Türkiye tarafından tanınmış, İslam Konferansı Birliği’nde yeri ve sözü olan, birçok alanda birçok ülke ile sosyal, ekonomik, kültürel ilişkileri olan bir devlettir.
Bir devletin varlığı, onun başkaları tarafından tanınmasına bağlı değildir.
Ambargolar nedeniyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ekonomisinin, müşterek milli bir davada işbirliği yaptığı Anavatanına muhtaç olması geçici bir olaydır; hudutlarımızın savunulmasında garantör Anavatanın askeri desteğine muhtaç oluşumuz da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığına ve onu var eden halkımızın kendi kaderini tayin hakkı olan egemenliğine gölge düşürmez. Bugün, dünya haritasında, kimseden destek almaksızın, tek başına ayakları üzerinde durabilen devlet yoktur. Uluslararası birlikler, kuruluşlar, ittifaklar bunun kanıtıdır.
Esas olan halkımızın ve özellikle 1955-58’leri, 1963-1974’leri yaşamamış olan ve Rum-Yunan ikilisinin Megali İdea’ya dayalı siyasetini bilmeyen genç nesillerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığından vazgeçildiği takdirde, Rum çoğunluğunun içinde, istenmeyen, “Türkçe konuşan Kıbrıslı” muamelesi karşısında eriyip yok olacağını bilmesindedir.
20 yıllık bir bekleyişten ve yeniden birleşme çabasından sonra, devletini ilan etmek zorunda kalan bir halk, kendisine bu yirmi yıllık cefayı Enosis adına çektiren Rum öyle istiyor diye devletinden, egemenliğinden vazgeçerek, 1960-63 yılları arasında denenmiş, fakat toplu mezarlara gömülmüş bir “müşterek bağımsızlık, müşterek devlet, müşterek egemenlik” tuzağına düşmemelidir. Devletini ilan etmek zorunda bırakılmış olan bir halkın namusu, şerefi, tarihe ve şehitlere olan borcu, o devleti, her zorluğa rağmen, yaşatmak ve yüceltmektir.
Bugün, Rum liderliği Kıbrıs’ta Helenizim için mücadele ettiklerini açıkça ilan etmektedir. Biz de 1571’den bu yana, Rum’un Yunan’ın, İngiliz’in her baskısına rağmen Türklüğümüzü, dinimizi, dilimizi koruduk. Rum liderliği “Yunanistan ile her konuda anlaşarak, görüş birliği içinde hareket ediyoruz” diye övünmektedir. Biz de, şimdiye kadar garantör Anavatan ile uyum içinde hareket etmekten bir zarar görmedik, bilakis, yürümek zorunda kaldığımız çetin yollarda yalnız bırakılmadık. Barış Harekatı ile hürriyetimize kavuştuk, toplu mezarlardan kurtulduk, geleceğe sahip çıktık.
Şimdi ne olduk ki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yaşatmak ve yüceltmek davamızda, boyumuza ve karşımızdakilerin siyasetlerinde bir santimlik bile bir değişiklik olmamasına rağmen, Rum’un kucağına düşmüş üç-beş kendini bilmez çıkarcının yarattığı kaosu dağıtıp “Ben varım ve var olacağım” diyeceğimize, kendi ayaklarımıza kurşun sıkmayı “kimliğimize ve kişiliğimize sahip çıkma” olayı olarak düşünebiliyoruz?
Aklımızı mı kaybettik?
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.