Türkiye Yazarlar Sendikası yaptığı açıklamayla Türkçe’yi emperyaslist hegomonya karşı koruyacaklarını ve dilimizin edebiyat ve düşünce dili olmasında büyük emekler vermiş, mücadele etmiş yazar ve şairlerin mirasçısı olduklarını kaydetti. TYS, Dil Devrimi’nin korunması ve geliştirilmesi görevinin de sürdürücüsü olduğunu vurguladı. Açıklamada Dil Devrim’inden önce halkın okuryazar oranın ne denli düşük olduğuna, okuma ve yazma şansına sadece belli bir zümrenin sahip olduğuna da dikkat çekildi.
‘MEKTEPLER PATRONLARIN ÇOCUKLARINA MAHSUSTUR’
TYS tarafından yapılan ‘’Ayın’ı Çatlatamayanların Devrimidir Dil Devrimi’’ başlıklı açıklama şöyle: Osmanlı’da okuryazar oranı “devletliler” katında bile yüzde 10’u geçmiyor, bu oranın yüzde 4’ünüyse “milleti sadıka” oluşturuyordu. Halkın ne kadar okuyup yazabildiğiyse meçhuldü. Birinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında okuryazarlarının büyük bir kısmını da cephelerde yitiriyor, bu oran yüzde ikiye kadar düşüyordu.
Kurtuluş Savaşımızın, işgalcilere karşı ilk kurşununu İzmir’de sıkan Hasan Tahsin daha 25 Mart 1919 tarihinde Hukuk-u Beşer gazetesinde yazdığı yazıda “genel eğitimin” içinde bulunduğu durumu; “Alın teriyle çalışan ve ekmeğini kazanmak zorunda olan halk kesimleri her türlü eğitim hakkından yoksundur, ‘umumi’ olması gereken mektepler patronların çocuklarına mahsustur” satırlarıyla anlatıyordu.
Savaşın sürdüğü en şiddetli günlerde bile “dil” konusu tartışılıyor, 9 Mayıs 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nde Besim Atalay söz alarak halk eğitimi ve dil devrimi için çağrı yapıyordu: “Halk lisanında kullanılan kelimelerin derlenmesini, bir sözlük hazırlanmasını ve dünyanın hiçbirinde görülmeyen bu ‘çorba dil’den kurtulunması” gerektiğini anlatıyordu.
Mütareke yıllarında İstanbul hükümetinin Maarif Nezareti’ne alfabenin ıslahı için dört kişi tarafından hazırlanan bir tasarı sunuluyor, Cumhuriyet’in ilanından sonra toplanan İzmir İktisat Kongresi’nin işçi delegeleri İzmirli Nazmi ve arkadaşları Latin harflerine geçilmesi için önerge veriyor, “Müslümanlar Hıristiyanlaştı derler” diyen Kâzım Karabekir tarafından önerge reddediliyordu.
‘TÜRKÇEYİ BİR ARAP ÂLİMİNİN YAZDIĞINI SANIR’
Kanuni dönemi şiirinin tutkunu, aruz şairi Yahya Kemal, “Eski kitaplarımıza göz gezdiren insan Türkçeyi bir Arap âliminin yazdığını sanır. Söyleyiş ve yazılış farkı yüzünden öğrenme zorluğu çekiliyor” diye yazıyordu. 4 Şubat 1929 tarihli Hâkimiyet-i Milli’ye gazetesinde Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti halkçı bir devlete sahip olduğuna göre dili de halk dili olmalıdır” diyordu.
Arapça, Farsça sözcüklere dili dönmeyen halk, dili dönüp de söyleyebilenler için “Ayını ikiye çatlatıyorsun” diye bir deyim bile üretmişti.
‘YA HEMEN OLUR YA HİÇ OLMAZ’
Dilin sadeleştirilmesi ve alfabe devrimi tartışmaları Tanzimat’la başlamış ve aradan yüz yıl geçmişti. Tarihin akışı, Anadolu Aydınlanma Devrimi’nin önüne “Dil ve alfabe devrimini” bir zorunluluk olarak getirirken, eğitimin halklaşması, birliği, yayılması gerektiği de artık bir zorunluluktu. İşte Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e “Ya hemen olur ya hiç olmaz” dedirten dehası da bu “zorunluluğun” geciktirilemez ve ertelenemez oluşunu kavrayışında bir kez daha ortaya çıkıyordu.
“Ayını çatlatamayanların” dilini kullanarak onu bir edebiyat ve düşünce dili haline getirme mücadelesi vermiş şairlerin, yazarların mirasçısı; Dil Devrimi’nin korunması ve geliştirilmesi görevinin de sürdürücüsü olduğumuzu bir kere daha vurguluyoruz.
İlgili TYS: Dil Devrimi’nin korucusu ve sürdürücüsüyüz haberiyle ilgili sizde görüşlerinizi yazarak gündeme dahil olabilirsiniz.