Ankara’da, Türkiye’nin başkentinde bir insanlık dramı yaşanıyor.
Bu dram öyle 3-5 kişiyle sınırlı da değil… Yüzlerce aileden bahsediyoruz.
Yiyecekleri sınırlı, yattıkları evler köhne, elektrikleri yok, yarınları belli değil, çocuklar okula gidemiyor.
Tek kelimeyle bir sefalet.
Türkmenlerden bahsediyorum. Irak’tan, Suriye’den PKK ve diğer örgütlerin baskısı, vahşeti sonrasında Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan soydaşlarımızdan bahsediyorum.
Valilik, belediye, iş adamları, vakıflar, STK’lar ortada yok…
Çünkü buraya yardım yaparlarsa “oy” ya da “maddi” karşılığı yok… O yüzden kaderlerine terk edilmiş haldeler… Ev sahipleri acımasız kümes gibi yerlere bin lirayı aşan kiralar istiyorlar. Evlerde birkaç aile birden yaşıyor. Ailenin en büyük çocuğu, evin babası olmuş. Çünkü çoğunun babası Bayır Bucak’ta, Telafer’de şehit edilmiş.
Bu el kadar sabilere yardımını esirgemeyen, onların ihtiyaçları için çırpınanlar da var: Fahri Bozgeyik ve Sultan Neslihan Seven.
Son olarak çocukların yardımına koşan, ailelerle görüşen hayırsever vatandaşlarımız. Kendileriyle görüştüğümde ailelerin, çocukların dramını birebir olarak aktarmalarını rica ettim.
Ve aşağıdaki satırlar bizzat Türkmen çocuklarının dilinden dökülenlerle yazıldı:
“Ben Aliye, Telaferli Aliye… Babam ben çok küçük yaştayken öldürüldü… Babamı hayal meyal hatırlıyorum. Ve onu çok özlüyorum. Şimdi Ankara’dayım. Bir başıma, yapayalnız. Ben okumak istiyorum, büyüyüp doktor olmak, insanlara yardım etmek istiyorum.”
“Ben Osman, Iraklı küçük Osman… Babam şehit olmuş, cennette bizi bekliyormuş annem öyle söyledi. Ankara’da havalar soğumaya başladı. Battaniyeye sarılıp ısınıyorum.”
“Ben Süheyl, Bozkurt Süheyl… 2 yıl önce savaşta evlerimiz bombalandı, evimiz yıkıldı, darmadağın olduk. Annem ve kardeşlerim ile birlikte Ankara’ya geldik. Ay Yıldızlı bayrağın gölgesine sığındık. Fahri abi ve arkadaşları bize sahip çıktı kol kanat gerdi. Şimdi ben Türkiye’de okuyup büyüdükten sonra yine Telafer’e gideceğim. Çocuklar ölmesin diye barış götüreceğim vatanıma, öz yurduma.”
“Ben Hıdır, Bayır Bucaklı Türkmen Hıdır… Atamız Yavuz Sultan Selim bizi o topraklara yerleştirmiş. Size Türkmen Dağı’ndan Türk’ün dağından selâm getirdim. Şimdi Türkmen Dağı’nın boynu bükük kaldı. Mahsun mahsun bizi bekliyor. Ben yine yurduma Bayır Bucak’a gidip vatanıma sahip çıkmak istiyorum. Elimizi tutun, bizi sahipsiz bırakmayın.”
“Benim ismim Kemal… Halep’ten geldim Ankara’ya. Türk yurdu Halep’ten. Kardeşlerimi ve babamı bombalar öldürdü. Babamı ve kardeşlerimi o kadar çok özledim ki. Üzülmüyorum biliyorum ki onlar beni ve annemi cennette karşılayacaklar. Orda yine eski günlerdeki gibi, Halep’teki gibi çok mutlu olacağız.”
“Ben Hamza, Telaferli yiğit Hamza. Ben Türkmenem öz be öz Türkmenem! Biz sizlerden yardım etmenizi değil, bize gardaş olmanızı istiyoruz.”
Mektuplar, sözler, dilekler, dualar böyle uzayıp gidiyor…
Türkmen analarımız, bacılarımız, gardaşlarımız ve küçük balalarımız bizi bekliyor…
Ankara’da yanı başımızda, hemen burnumuzun dibinde yıkılan hayaller, ezilen hayatlar ve her şeye rağmen dirilecek umutlar, hayaller var!
Gelin, Türkmen kardeşlerimiz ve bütün mazlumlara omuz verelim.
Yoksa bu çocuklar, bilmedikleri sokakların kümese benzeyen evlerinde gözlerindeki ay yıldızın ışığıyla yitip gidecekler.
İçişleri Bakanlığı, Valilik, belediye, Göçler İdaresi Başkanlığı ve siyasi partiler.
Ankara’nın ortasındaki bu insanlık dramına daha ne kadar sessiz kalacaksınız?
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir düşüncenin çocuklarıyız.
Peki soydaşlarımız aç yatarken, biz nasıl tok yatarız?
NOT: Konuyla ilgili bilgi almak ve yardımda bulunmak isteyen okuyucularımız, 0533 557 39 65 ve 0532 690 30 53 numaralarından bu işle canla-başla çalışan hayırseverlere ulaşabilirler.
Yazara ait yayınlanan son makaleleri buradan okuyabilirsiniz.