Sair denilince tabii benim aklıma gelen ilk isim, rahmetli eski başbakan ve 1944 Robert Kolej mezunu sınıf arkadaşım Bülent Ecevit. Ama onun şairliği mi hükümet adamlığı mı önde gelir, bu konu tartışılır. Fakat öyle şairler vardır ki dünyada, ben bilhassa yaşadığı zamanlara damgasını vuran ve en büyük şair William Shakspeare olarak biliyorum. Zamanında ne telefon, ne elektronik aletler, ne de uçak olduğu halde eski Roma’dan yaşadığı zamana kadar önemli tespitleri olmuştur. En çok sevdiğim tespitleri bence herkese ve her zamana uygulanabilecek kıssalardır. Bir oyununda geçen şu sözleri insanların dünyadaki var oluşunu sahnedeki oyunculara benzetir; “Tüm dünya bir sahne ve tüm erkek ve kadınlar yalnızca birer oyuncu: çıkışları ve girişleri var hepsinin; ve herkes kendi rolünde birçok bölüm oynar…”
Tarih boyunca her ülkenin kendine has hainleri, küstahları ve ‘Brütüs’leri çıkmıştır ve çıkacaktır da. Buna mani olamazsınız. Unutulmamalıdır ki eski Roma’da olduğu gibi Brütüs’ün kayınbiraderi, Jül Sezar’a düzenlenen suikastın baş aktörlerinden biri olan Romalı senatör Cassiues gibiler de vardır… Yetiştirdiğiniz ve kendi olduğunuz gibi sevdiğiniz, hançer darbelerine maruz kalırken acı içinde “sen de mi Brütüs” diyen kaçımız olacak?..
***
Şair-i azam Abdülhak Hamit; Endülüs’ü kurtarmak için Cebelitarık’ı geçmeye hazırlanan ve bunun için de gemilerini yakan Tarık’a haykırıyor:
İstikamet nereye Tarık?
Ben de Hamit gibi soruyorum şimdi; istikamet nereye?
Otomobilin Sedan modelini harcıalem yapan Hanry Ford ‘Tarih saçmadır’ diyerek saçmalığın dik alasını yapmış. Tarih bir saçmalık değil, tam aksine herkesin özellikle de siyasetçiler ders alınması gereken bir öğretiler manzumesidir.
Fransa’daki Burbon Hanedanı hakkında da ‘Ne yeni bir şey öğrendiler ne de hiçbir şey unuttular’ demişler. Gerçekten de öyle. Bu sözleri aynen bugün maalesef Türkiye’de yazmakta olanlar için de kullanabiliriz. Ne yeni şeyler öğrenmeye niyetleri var, ne de eski defterleri kurcalamaktan usanıyorlar. Ne bulacaklarsa. İleride kendi defterlerini de kurcalayacakların çıkacağını unutarak…
Bir de gene tarihte, ‘Rubicon’u geçmek’ diye bir tabir vardır. Geri dönüşü olmayan noktadan ileri gitmek anlamında kullanılan ve Jül Sezar’ın MÖ 49 yılında Lejyonu ile Almanya seferinde Rubicon Nehri’ni geçmesine atıfta bulunur.
Bu sözü de şimdi bazılarına hatırlatmakta fayda var.
“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar/İbret alınsaydı, tekerrür mü ederdi” diyor Mehmet Akif… Elbette tarih tekerrür etmez, tekerrür eden hatalardır. Ve insanoğlu da tabiatı gereği hiçbir zaman yaptığı hatalardan ders almayı düşünemeyecek kadar, kendi düşüncelerine sıkı sıkıya bağlıdır.
Tarih elbette derslerle doludur. Tabii bu dersleri anlayacak ve tarihten doğru dersler alabilecek kafalar varsa. İşin aslı şudur ki bizim tarihimizde Gazi Mustafa Kemal böyle bir kafa sahibiydi. Fakat bugünkü seleflerinde, onunla rekabete girişen kişilerde böyle bir kafa göremiyorum. Keşke onlar Mustafa Kemal ve eseriyle rekabet etmeye kalkışacakları yerde ondan ders alsalar. Ama nerede? Tarihi yazan da yapan da Mustafa Kemal gibi aynı olursa…
***
Evet hayat bir mücadeledir, herkes için. Ya bu tehlikeleri göze alıp mücadele eder ve makus talihinizi yenersiniz. Ya da yenik düşersiniz. Bizim memleketimizde bunun en canlı, en ölmez örneği Mustafa Kemal’dir. Olmak ya da olmamak savaşıdır bu.
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.