Katmandu’dan 4-5 saatlik araba yolculuğuyla ulaşılan Chitwan ormanlarının güney bölgesi Hindistan’a ait ve kaplan koruma alanı. Nepal-Hindistan sınırı da bu bölgede ormanın içinden geçiyor. İnsan nüfusunun artması, yerleşimin ormanlara doğru yayılması ve en önemlisi av alışkanlıkları yüzünden kaplan, fil, gergedan, akbaba gibi hayvanların sayısı azalınca 1973’te Chitwan bölgesi içerisindeki canlılarla birlikte koruma altına alınmış ve Milli Parkı ilan edilmiş. Avlanmak yasaklanmış. 1984 yılında da korunması gereken “Dünya Mirası” listesine alınmış. Milli parkın bir bölümü turistlere açık. Ormanın içinden geçen Narayani, Rapti ve Rue nehirleri tüm canlıların ihtiyacı olan suyu karşılıyor. Ayrıca burası muson bölgesi ve mevsimsel şiddetli yağışlar yaşanıyor.
Chitwan Milli Parkı tam bir canlı cenneti. Tek boynuzlu gergedan, kaplan, leopar ve geyikler dahil 700 farklı vahşi yaşam sakini burada yaşıyor. 68 memeli hayvan türü ve 544 kuş cinsi parkın yerlisi. Ayrıca her yıl burada konaklayan 160 göçmen kuş cinsi biliniyor. Üç nehirde yaşayan 126 balık türü de kayıt altına alınmış. Av yasağı ve koruma önlemleriyle gergedan, kaplan ve bazı kuş türlerinin sayısının artmasını sağlanmış.
FİLLERİN DRAMI
Küçük kulaklı, aile içi çiftleşme nedeniyle nesli bozulan ve dişleri dumura uğrayarak yok olan fillerin doğal yaşam şansları yok gibi. Bu kocaman güzel canlılar maalesef insanların elinde esir! Sauraha’da “Fil Üretme Çiftliği” kurulmuş. Burada fil neslinin ıslahı için bölgenin filleri Hindistan, Tayland ve Myanmar’dan getirilen fillerle çiftleştiriliyor ve terbiye ediliyor. Esarette doğan bebek filler 2-4 yaşlarında annelerinden ayrılarak terbiye ediliyor. Üretme Çiftliği’ndeki fillerin hepsi ayaklarından zincirle bağlı. Bazı bebek filler anneleriyle aynı yerde ama zincirleri annelerine ulaşamayacakları kadar kısa. Anneler bebeklerine ulaşamadıkları için sinirli, sürekli hortumlarını sallayıp ayaklarını sallıyor ama zincirleri koparmaları imkansız. Birbirlerine dokunmak için hortumlarını uzatan anne ve yavru filleri görmek iç acıtıyor. Terbiye edilen filler, Nepal ordusu tarafından ormanda yaralı hayvanları kurtarmaktan orman içi bilimsel araştırmalara, polo oyunlarından dini törenlere kadar birçok işte kullanılıyormuş.
Turistleri ormanda gezdirmek için çalıştırılan filler de var. Orman safarisi adı altında çalıştırılan fillerin sırtına tahta bir taht bağlanıyor ve kilosuna bakmaksızın tam 4 turist bu tahta oturtuluyor. Filler ormanın nehre yakın bölgesinde turistleri dolaştırıyor. İş olursa filler gün boyunca ikişer saatlik turlara çıkıyormuş. Sırtlarında onca ağırlıkla o güneşin altında dolaşmaları hiç kolay değil. Filler, stres ve sıcaktan kalp krizi geçirerek ölebiliyor. Doğrusu çalıştırılan fillere yönelik hiçbir sınırlama ve koruma görmedik. Hiç içimize sinmeden de olsa fillere bindik ve orman turunu yaptık. Yol boyunca beşinci kişi olarak filin ensesine oturan fil sürücüsünün ayak parmaklarıyla filin tam kulak arkasına sürekli uyarıcı vuruşlar yapmasından hiç hoşlanmadık. Üstelik sürücü filin ormanda ağaç dalları ve ot yemesine de izin vermiyordu. Biz de kancalı sopayla fili dürtmesine izin vermedik. Fil sahibi hassasiyetimizi görünce yol boyunca özür diledi. Önümüzde giden filin dizlerinde kocaman ur gibi şişlikler oluştuğunu gördük. Sonuçta fil safarisi denilen bu turu yaptık ama üzüldük. Görevini tamamlayan zavallı filimize ödül olarak bolca muz vermek de üzüntümüzü azaltmadı. Nehre çok yaklaştığımız bir yerde nehirde çamaşır yıkayan bir kadının hemen 50 metre ötesinde kocaman bir timsahın sessizce kumsalda yattığını gördük. Pusuda mı bekliyordu bilinmez ama burada insanların doğaya ve vahşi yaşama saygısını hiç kaybetmemesi, hep tetikte olması gerekiyor.
Bir de fillerle banyo olayı var. Fil nehrin ortasında turistleri bekliyor. Turistler yüzerek ya da bata çıka yanına gidince sahibinin komutu ve dürtmesiyle nehre yatıyor böylece turistler kolayca filin sırtına oturabiliyor. Ayağa kalkan fil, hortumuna doldurduğu nehir suyuyla sırtındaki turisti sırılsıklam yapıyor, bir kez değil defalarca! Tabii sahibi kancalı sopasıyla filin her hareketini düzenliyor. Chitwan’daki fillerin sorunları sanki İstanbul’da Adalar’daki atların sorunlarına benziyor. Sağlıklı yapılsa, hayvanlara eziyet edilmese ve günlük iş veya tur sayıları kısıtlansa belki ama bu şekilde zor.
Fillerin köyde kaldıkları yerleri de gördük. Saz bir çatının altında, pirinç saplarının üzerinde yaşıyorlar. Neredeyse 5 ton ağırlığındaki bu heybetli hayvanlara barınak yapmak kolay değil. Günde 80 kg. yiyecek ve 200 litre su ihtiyaçları olan filleri beslemek de zor. Kendisi çok yoksul olan insanların fillerine besin değeri yüksek yiyecek verebileceklerini düşünmek ise imkansız. Bari hayvanları sevseler diye düşünüyoruz ama ondan da emin olamıyoruz. Turizm sektöründe çalıştırılan bu fillerin zengin Nepalliler ve bölgedeki otel sahipleri tarafından Hindistan’dan 65-70 bin dolara satın alındığını ve yoksul köylülerin maaş karşılığı fil bakıcısı olarak çalıştırıldığını öğrendik. Fillerin sağlık kontrollerini devlet veterinerleri yapıyormuş.
DOĞA ŞÖLENİ
Sabahın erken saatlerinde ormanın içinden geçen Rapti nehrinde kanolarla yapılan gezinti tam anlamıyla büyüleyici bir doğa şöleni. Coşkun yeşil, su şırıltısı ve kuş sesleri bizi doğayla bütünleştiriyor. Kanoyla sessizce ilerlerken, henüz sabah uykusundan tam uyanmamış ve yeni doğan güneşin ortalığı ısıtmasını tembelce kıyıda bekleyen timsahlar, elimizi uzatsak tutabileceğimiz kadar yakın. İki farklı cins timsah görüyoruz. Uyuyor mu uyuyor gibi mi yapıyorlar anlamak zor. Şırıldayan tertemiz suyun içine kollarımızı sarkıtmamamız, kanonun içinde tutmamız için uyarılıyoruz. Nehrin berrak ama oldukça sığ sularında yavaşça ilerlerken uzakta daldan dala hoplayan maymunları, kıyıdaki otlar arasında karnını doyurmaya çalışan incecik uzun bacaklı zarif su kuşlarını, suya inen yamaçlardaki yuva deliklerini görüyoruz. Müthiş bir huzurla doğanın keyfini çıkarırken birden sağa sola atılmış pet şişeleri ve plastik poşetleri görüyoruz. Bulundukları her coğrafyayı kirletmeye yemin etmiş insanların varlığını birden hatırlıyoruz. Ama kuşların ısrarlı cıvıltısıyla yeniden büyülü yolculuğumuza dönüyoruz. Yemyeşil coşkun bir ormanın, su şırıltısının, kuş cıvıltılarının verdiği huzur dolu yolculuğun bitmesini hiç istemiyoruz ama bitiyor. Mandaların keyifle suda yayıldığı bir noktada kum çuvallarıyla yapılmış ilginç bir köprüden nehrin karşı yakasına geçiyoruz.
Sauraha nehir kıyısında, gün batımı izlemeye gelen turistlere yiyecek içecek satan büfe ve restoranların yanı sıra hediyelik eşya butikleriyle dolu küçük bir köy. Yani turizm gelirleri burada da halkın en önemli geçim kaynağı.
POKHARA
Chitwan’dan sonraki durağımız Pokhara’ya yorucu bir yolculuktan sonra ulaşıyoruz. Nepal yollarında trafik tıkanıklıkları büyük sorun. Pokhara, Nepal’in ikinci büyük şehri. Sırtını Himalayalara ait bir dağ sırası olan Annapurna’ya dayamış. Yaklaşık 4.5 kilometrekare büyüklüğündeki Fewa Tal gölünün kıyısında kurulan şehir, tarih boyunca Hindistan ve Tibet arasındaki ticaret yolunun en önemli durağı olmuş. Şimdi ise tam bir sayfiye şehri. Elit “Gurkha” askerleri ve onların “kukri” denilen bıçaklarıyla ünlü. Pokhara diğer Nepal şehirlerinden daha düzenli ve en önemlisi hiç toz yok! Pokhara’da Japonlar dahi maskesiz dolaşıyor.
Pokhara’da 20 Mart’ta “Holy Festival” adıyla baharın gelişinin kutlandığı bir şenlik yapılıyor. Ama ne şenlik! Önce insanların üzerine saç, yüz, elbise farkı gözetmeden rengarenk toz boya atılarak herkes tanınmaz hale getiriliyor sonra da sokaklarda çılgınca bir şamata başlıyor. Herkes elinde içinde toz boyaların olduğu poşetlerle dolaşıyor, birbirinin üzerine boya atıyor. Bazen de sulandırılmış ve ketçap şişelerine doldurulmuş boyalı suları sıkıyorlar. Belediye tarafından göl kıyısında festival için bir alan düzenlenmiş, bir de sahne kurulmuş ve canlı müzik yapılıyormuş ama amaç şamata olduğu için herkes şehrin ana caddesinde olmayı yeğliyor. Festivalin en çok çıldıranları ise 20 yaşın altındaki yerli gençler ve her yaştan turistler. Polis sokakta taşkınlık yapanları kadın-erkek demeden gözaltına alıyor. Birbirine karışan müzik sesleri arasında boyanmadan ana caddeden geçmek çok zor. Tüm çabamıza rağmen biz de boyalardan payımıza düşeni alıyoruz.
Fewa Tal gölünün ortasında irice bir kayadan oluşan bir ada var. Bu adanın üzerinde de tanrıların koruyucusu tanrıça Durga’ya adanmış küçük bir tapınak var. Tal Barahi tapınağı. Adaya sandallarla gidiliyor. Sandala binen herkes can yeleği takmak zorunda. Çok sayıda insan gelince adada adım atacak yer kalmıyor. Gölün diğer yakasında 1.100 metre yükseklikteki Anadu tepesinde müthiş manzarası olan bir tapınak daha var. Pokhara Shati Stupa yani Barış Pagodası. Buraya yürüyerek veya araçla çıkılıyor. Burası bir Budist tapınağı ve etrafında tavaf edilerek dua edilen kutsal bir yer. Tapınağın içi de oldukça süslü ama esas tapınağın bahçesinden yüce Annapurna sıradağlarını, şehri ve gölü seyretmek müthiş keyifli. Sabah gün doğumunu buradan seyretmek eminim çok güzel olur. Gün doğumu demişken bir sabah gün doğumuna saatler kala yola koyulup Sarangkot’a Annapurna sıradağlarında gün doğumunu seyretmeye çıktık. Doğrusu böyle bir gün doğumu şöleni hiç izlememiştik. Güneşin ilk ışıkları o heybetli dağların karlı tepelerine yavaş yavaş öyle bir vuruyor ki müthiş büyüleyici bir ortam oluşuyor. Böyle bir gün doğumu şöleni bir gün değil her gün izlenebilir. Tüm ihtişamıyla karşımızda yükselen Annapurna sıradağlarının 8.000 metreden yüksek bir, 7.000 metreden yüksek on üç ve 6.000 metreden yüksek tam on altı tepesi var. Annapurna zirveleri dağcılar açısından en çok ölüm kazalarının olduğu dağlar olarak biliniyor. Halk bu dağların kutsal olduğuna inanıyor. Özellikle 6.993 metre yükseklikteki Machapuchare (Balık Kuyruğu) zirvesi tanrı Shiva’nın evi olarak görüldüğü için kutsal. 1957 yılında İngiliz dağcıların bu zirveye tırmanmak için Nepal kralından izin aldıkları ama halkın dini hassasiyetlerine saygı göstermeye söz verdikleri için tepeye 150 metre kala geri döndükleri anlatılıyor. Artık bu kutsal tepeye tırmanma izni verilmiyormuş. Halkın diğer Annapurna tepelerine ulaşmak için oralara gelen dağcılara da son derece karşı olduğu söyleniyor.
Pokhara’da Patale Chango veya Davi’nin şelalesi olarak bilinen yeraltı şelalesini görmek üzere spiral merdivenlerden inerek girdiğimiz Gupteshwor Mahadev mağarasında da Shiva’ya adanmış bir yeraltı tapınağıyla karşılaştık. Burada fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Tapınak 700 yıl önce mağaradan çıkarılan, Shiva’yı temsil ettiğine inanılan erkek cinsel organına benzetilen bir sembol, sırtına çuval örtülmüş bir inek heykeli ve tütsülerden oluşuyor. Mağarada yerler rutubet ve sızan sular nedeniyle ıslak ve kaygan, genelde iki kat eğilerek ilerlemek gerekiyor ve tüm mağara demir iskelelerle güçlendirilmiş. Güvenlik açısından hiç emin değil ama o şelaleyi görmeden de olmaz ki.
Pokhara’da göl kıyısında sıkça rastladığımız, el işleri satan Tibetli mültecilerin kampı da hemen Gupteshwor Mahadev mağarası yakınlarında. Tibet’teki manastırın aynısını bu bölgede inşa etmişler. Çocuklara da okul yapılmış. Bu ikisinin hemen yakınında da mültecilerin çalıştırdığı Tibet el işleri satılan bir çarşı gezilebiliyor.
Güler yüzlü insanların ülkesi Nepal’e yolsuzluklardan arınmış bir gelecek diliyoruz. Bir başka gezide buluşmak üzere…
İlgili Tanrılar, tapınaklar ve yoksullar ülkesi Nepal-2 haberiyle ilgili sizde görüşlerinizi yazarak gündeme dahil olabilirsiniz.