Suriyeli göçü Truva Atı operasyonudur

24714_b-9

Türkiye’nin yönetiminde derin sorunların yaşandığını, bunun yönetilememe olduğunu söyleyip yazıp duruyoruz. Sorunlara yönelik şeffaflık ve hesap verilebilirlik kriterlerinin işlemediğini görüyoruz.

Sorunlar konuşulmayınca sorun olmaktan çıkacak mantığıyla halk kitleleri, ölçülemeyen soyut kriterlerle (yerlilik, millîlik, dindarlık) başka konulara angaje edilmektedir. Bunlardan biri de Türkiye’nin maruz kaldığı göç, ağırlıklı olarak Suriye kaynaklı göç.

11 Ağustos’ta yazdığım “Göç tehdidi terörün önüne geçti”  başlıklı yazımda şöyle demiştim: Avrupa-ABD’nin “parasını verelim ama Türkiye’de kalsınlar” dediği göçmenler adeta Truva Atı gibi. Hesapsız açık kapı politikasının bedeli önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacak. Terörle göstere göstere yapılanın yoğun göçle sinsice yapıldığı, geleceğimizin karartıldığı, göç tehdidinin içimizde ur gibi büyütüldüğü, diğer tehditlerin önüne geçmekte olduğu halen görülmüyor mu?

Yazımla ilgili çok sayıda geri dönüş oldu. En çok da Suriyeli sığınmacılar konusunun iç politikaya alet edilmesinden şikayet ediliyordu.

Gerçekten de 2014 ve sonrasındaki seçim süreçlerinde iktidarın böyle bir yaklaşımı benimsediğini görüyoruz. Sığınmacıların yarattığı ve yaratabileceği sorunları gündeme getirenler hainliğe ve teröristliğe varacak suçlamalarla karşılaştı. Suriyeliler vatanlarına dönmelidir diyenler yabancı düşmanlığı, Suriyeli düşmanlığı ile suçlandı, suçlanıyor.

***

Bu konudaki tehditlere dikkat çekmek üzere yoğun gayret gösteren az sayıdaki kişinin başında Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ gelmektedir. Sn. Özdağ yeniden yazmaya başladığı Yeniçağ‘daki ilk köşe yazısını da buna ayırdı. Ayrıca değişik yerlerde konferanslar vererek konunun ciddiyetini ortaya koymaya çalışıyor. 04 Ekim’de de 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü‘nde kalabalık bir katılımcıya konferans verdi.

Prof. Özdağ konferanslarında çok önemli uyarılarda bulunup Türk Milletinin Anadolu’da bulunduğu son BİN yılda karşılaştığı üç büyük tehditten sonraki dördüncü tehdit olarak Suriyeli göçünü sayıyor ve şöyle diyor:

Birinci büyük tehdit, Malazgirt Meydan Muharebesi’nden 24 yıl sonra başlayan ve amacı, Türklerin Anadolu’dan atılması ve Kudüs’te Hristiyan egemenliğini tesis olan Haçlı seferleridir. Anadolu’da Türk devletinin ikinci kez ağır bir krize girmesi, dağılma eşiğine gelmesi Timur’un 1402’de Ankara Savaşı’nda Yıldırım Beyazıt komutasındaki Osmanlı ordusunu yenmesi sonrasında başlayan Fetret Devri’nde olmuştur. Türk Milleti ve devletinin karşılaştığı en büyük üçüncü tehdit Mondros Mütarekesi ile ortaya çıkan durumdur.”

Özdağ tehdidin büyüklüğünü ise şöyle açıklamaktadır: Kitlesel göçlerin bir silah olduğunun Batı dünyası uzun zamandan bu yana farkındadır. Bundan dolayı sosyal bilimlerde “Weapons of Mass Destruction” (Kitlesel İmha Silahları) kavramından hareket edilerek “Weapons of Mass Migration” yani Kitlesel Göç Silahları kavramını üretmişlerdir.

***

Toplamı bir milyona yaklaşan Afgan, İranlı, Iraklı sığınmacıların yanında kısa sürede gelen 3,5 milyondan fazla Suriyeli sığınmacı Türkiye’dedir. Bu göç akınını sadece ensarlık, yardımseverlik gibi insani duyguları istismar edebilecek kavramlarla ele almak Türkiye ve Türk Milletinin geleceği ve bekasına ihanet etmek olur.

Göç olayının gelişmesine bakıldığında Suriyeli göçüyle adeta bir Truva Atı operasyonuna maruz kalıyoruz. Hem de mitolojide anlatılan Truva Atı olayından daha kapsamlı ve karmaşık tehditler ve sonuçlar üretebilecek bir operasyon.

Suriyeli sığınmacı konusunun konuşulmaması, devlet adamı üslubuyla ele alıp devlet aklını harekete geçirip devlet politikası üretilmesini engellemektedir.

Suriyeli sığınmacılar konusu şimdilerde konuşulduğu gibi sadece ekonomik bir sorun değildir. Suriyeliler, orta ve uzun vadede Türkiye’nin millî, kültürel, politik, sosyolojik, güvenlik ve jeopolitik yapısını değiştirecek kadar büyük bir tehdit oluşturmaktadırlar. Bu nedenle büyük bir Truva Atı operasyonudur. Batı’nın Türkiye’yi Suriyeli sığınmacılar konusunda övmesi teşvik etmesi manidardır.

Devlet adamları önündeki seçimi değil devletin yüz yıl sonrasını düşünür. 2040’ta Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık %10’unu oluşturacak Suriyeli göçmenlerin dil, eğitim, toprak istemeyeceklerini düşünmek saflık olur. Sığınmacılar üzerinden Türk toplumuna zikredilecek selefi-cihatçı aşırı görüşlerle birlikte bu Türkiye’nin parçalanması, Anadolu’daki BİN yıllık Türk yurdunun dağılması demektir.

Suriyelilere Türkiye’de vatandaşlık vaadi değil kendi vatanlarına dönme umudu verelim. Türkiye’yi yönetenlerin asıl ve öncelikli sorumluluğu Suriyelilere değil Türk Milleti’nedir.

Yazara ait yayınlanan son makaleleri buradan okuyabilirsiniz. 

Exit mobile version