Zenginliğe çok erken adım attığımız, yani evimize buzdolabı geldiği yıl sanıyorum 1968 yılıydı.
Ardından zenginliğimizin devam ettiği 70’li yılların başında, Grundig marka o sihirli kutunun evimize geldiği gün, şüphesiz hayatı bu kadar etkileyeceğini bilemiyorduk. Çatıdaki antenin ayarları esnâsında tatlı bir heyecan, ekrandaki karlı görüntünün Pembe Panter’e dönüşmesiyle doruğa çıkmıştı… Hele ki bir iki yıl sonra Almanya ve Hollanda arasında oynanan 1974 Dünya Kupası finalini canlı izlemek muhteşemdi.
Evimize televizyon geldiğinde Sıera marka radyomuzun pabucunun biraz da olsa dama atılması televizyonun sebep olduğu ilk hüzündü.
İşin bu faslı gerçekten dramatikti. “Sıera” marka o radyo, zamanın kemik rengine dönüştürdüğü beş tâne porselen kanal düğmesi, sağında ve solunda yine porselen iki tane ses ve kanal arama silindiri ile uzun yıllar durduğu rafta mahzun kalmıştı.
O radyo, Demokrat Partili rahmetli babacığımın 1960 ihtilâlinin haberini dinlediği radyoydu. ‘Tok sesli albay’ın okuduğu ihtilâl bildirisini dinlediği radyoydu. Yassıada mahkemelerini dinlediği radyoydu. O radyo, Demokrat Partili rahmetli babacığımın ihtilâlden bir süre sonra Adnan Menderes ve iki arkadaşının idam haberlerini dinleyip, üzüntüden kahrolduğu radyoydu.
Ve o radyo yine ihtilâlden birkaç yıl sonra 45 yaşında hayata vedâ eden babacığımın ardından annemin ve evimizin beş yıl sürecek olan mâtemi için gardıroba kaldırılan ve beş yıl sonra büyük ağabeyimin annemden ricasıyla yine aynı rafa konulan radyoydu.
Sabah yedide ‘halk hikâyeleri’ programının jenerik müziğiyle uyandığımız, Perşembe geceleri saat 21.00’da ‘radyo tiyatrosu’nu ailece can kulağı ile dinlediğimiz radyoydu. Hamiyet Yüceses’i, Sabite Tur’u, Zeki Müren’i dinlediğimiz radyoydu. PTT‘nin, Feriköy’ün, Beykoz‘un, İzmirspor’un, Altınordu‘nun Göztepe’nin 1. Futbol Liginde bulunduğu zamanlardı o, bu maçları da biz o radyodan dinlerdik.
İşte o radyo, evimize televizyonun geldiği o yaz günü, uzun yıllar durduğu rafta mahzun kalan radyoydu.
Hüzünlüydü, çünkü hepimizin o radyo ile bir yakınlığı vardı, ama annemin hâtıraları hepimizden daha hazindi…
Çünkü o radyoda annem ve babam kendi şarkılarını, söz ve bestesi Şekip Ayhan Özışık‘a ait “Gün gelir de bir gün beni unutursun demiştin / kalbimdeki bu hicranı uyutursun demiştin / ne ben seni unutabildim / ne bu gönlümü avutabildim / ne bu derdimi uyutabildim / unutamam seni / unutamam seni…” şarkısını Zeki Müren‘den dinlerlerdi hep.
Sonraki yıllarda televizyonda tesâdüf ettiğimiz bu şarkıyı annemin ve bizim tâzelenen mâtemiyle birlikte dinledik yıllarca. Yıllar sonra annem de bize vedâ ettikten sonra biz bütün evlâtları hâla o şarkıyı dinliyoruz…
Her bayram günü hâlâ bugün elden ayaktan çekilen o güzel şarkıyı dinliyoruz. Bugün(dün) sabah da dinledik…
Hayatları boyunca bir kez olsun birbirini kırmayan, incitmeyen rahmetli babacığım ve rahmetli anneciğimin şarkılarını dinliyoruz. Babamın ve annemin ardından geçen onlarsız uzun yıllar sonra biz hâlâ onlarsız ama onların şarkısını dinliyoruz…
“Gün gelir de bir gün beni unutursun demiştin / kalbimdeki bu hicranı uyutursun demiştin / ne ben seni unutabildim / ne bu gönlümü avutabildim / ne bu derdimi uyutabildim / unutamam seni / unutamam seni…”
Ve onları o kadar çok özlüyoruz ki!..
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.