7 Haziran 2015 seçimleri görünürde Türkiye genelinde barış içinde seçim güvenliğinin sağlandığı bir ortamda gerçekleşmiştir. Oysa bu büyük bir yalandır. 7 Haziran seçimleri Güneydoğu Anadolu’nun tamamında ve Doğu Anadolu’nun bazı bölgelerinde büyük bir PKK baskısı altında gerçekleşmiştir. Seçim güvenliği sadece seçim günü olay olmaksızın seçmenlerin oy kullanması değildir. Seçim güvenliğinin üç boyutu vardır.
Birinci boyutu, partilerin ve adayların herhangi bir kısıtlama ve üzerlerinde baskı/tehdit olmaksızın seçmene ulaşabilmeleri, parti programlarını anlatabilmeleri, seçmenin sorularını ve talepleri dinlemeleri ve cevaplandırmaları kısaca partilerin propaganda çalışmaları boyutu oluşturur.
Seçim güvenliğinin ikinci boyutunu ise partilerin ve adayların seçim propagandasını seçmenin üzerinde baskı kurulmadan izlemesi, dinlemesi ve özgür karar oluşturması süreci ile ilgilidir.
Seçim güvenliğinin üçüncü boyutunu ise seçim günü seçmenin oyunu açık-kapalı herhangi bir baskı altında kalmadan kullanabilmesi ve seçimlerden sonra kullandığı oydan dolayı cezalandırılmaktan korkmamasıdır.
Ağır baskı kuruldu
7 Haziran seçimlerinde seçim güvenliğinin bu üç boyutunun hiç birisi gerçekleşmemiştir. HDP dışında hiçbir parti ve bağımsız aday anılan bölgelerde özgür seçim propagandası yürütememişlerdir. HDP dışında diğer partilerin adayları takip edilmiş ve zaman zaman tehdit edilmişlerdir. Buna bugün milletvekili olan bazı AKP milletvekili adayları da dahildir. Adaylar ile birlikte çalışanlar HDP/KCK tarafından ağır baskı altına alınmışlardır. Bu partililer evlerine tehdit ziyaretleri yapılmıştır. HDP dışındaki partilerin seçim bürosu açmaları, mal sahiplerine yapılan ağır baskılar ile önlenmeye çalışılmıştır. Seçim müşahitleri tehdit ile istifaya zorlanmışlardır. Bağımsız adaylar PKK tarafından kaçırılmıştır. Van/Erçiş’te olduğu gibi muhalif kamuoyu önderi konumunda olan isimler PKK tarafından öldürülmüştür. Özetle seçim güvenliğinin partiler ve adaylar ile ilgili birinci boyutunun gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir.
Seçim güvenliğinin seçmenin özgür karar alma ile ilgili ikinci boyutunun da gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü seçmen üzerinde çok ağır baskı kurulmuştur. HDP dışındaki partilere oy vereceğini ifade eden veya böyle algılanan seçmenler evlerinde ziyaret edilmiş, “şu okulda okuyan çocuklarınız da çok başarılı imiş” şeklinde çocuklar üzerinden aileler en aşağılık şekilde tehdit edilmiştir. Kırsalda durum daha da vahimdir. Bir yönetim ilkelliği ve felaketi olan büyük şehir yasası, PKK’ya belediyeler üzerinde köylere ağır baskı yapma imkanı verdiği gibi, PKK’nın şiddet içerikli baskısı da köylerin HDP’ye teslim olmasına neden olmuştur.
Seçim güvenliğinin son aşaması olan sandık güvenliğinin de 7 Haziran seçimlerinde sağlandığını söylemek mümkün değildir. Sandıklarda PKK/HDP’nin mutlak hakimiyeti olmuştur. Türk bayrağının asılması tahrik unsuru olarak görülür, HDP’li belediye başkanları tarafından indirilirken, oy kullanılan okulların etrafında PKK paçavralı bir çok araba konumlanmıştır. Bir çok kişi özellikle öğleden sonra sandığa oy kullanmak için giden seçmenler oylarının çoktan kullanıldığını görmüşlerdir. Ancak kimse korkudan oyunun kimin tarafından kullanıldığının hesabını soramamıştır. Sonuç olarak, 7 Haziran seçimlerinin Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’nun bazı kentlerinde ortaya meşru sonuçlar çıkardığını söylemek mümkün değildir. Nitekim, Van AKP 2. Sıra milletvekili adayı Prof. Dr. Ömer Çaha Haziran 2015 seçimlerinde PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da 1946 seçimleri gibi “açık oy, gizli tasnif” düzeni ile yapacak kadar büyük bir etkinlik kurduğunu ifade etmiştir.
Bülent Arınç, 14 Temmuz 2015’de Bakanlar Kurulu toplantısından sonra size özetini çıkardığı süreci şu şekilde itiraf etmiştir: ” Son seçimlerde şunu gördük: Bu terör örgütü kitlesel terör olaylarına yönelmedi, silahını kullanmadı, şehit cenazeleri gelmedi ama tehdide, şantaja devam etti. Halk üzerinde baskı kurdu ve KCK marifetiyle şehir yapılanmasında ileri bir noktaya ulaştı. Bunların farkına vardık, bunları bırakacaksınız dedik bırakmadılar ve seçimler böyle geçti.” Sadece son cümle bile AKP’nin devleti nasıl ayağa düşürdüğünün açık göstergesidir.
Türkiye ne yazık ki, 7 Haziran seçimlerini bu boyutu ile hiç tartışmamıştır. Demokrasi sadece bir sandığa oy atılması değildir. Demokrasi, sandığa kadar uzanan bütün sürecin ve sürecin bütün taraflarının özgür oldukları durumda gerçekleşen bir sistemin adıdır. Devletin olmadığı yerde demokrasinin uygulama bulması mümkün değildir.
Beka sorunu yaşanıyor
Ülkemiz 1 Kasım seçimlerine giderken, Erdoğan ve Davutoğlu Türkiye’nin içinden geçtiği süreci nasıl değerlendirmektedir? Recep Tayyip Erdoğan’da Türkiye’nin varlık sorunu yaşadığı ve bölünme tehdidi ile karşı karşıya olduğu konusunda Davutoğlu ile yanı fikirde. Erdoğan, kelime olarak “beka sorunu” demiyor ancak “işler çığrından çıkmıştı” diyerek, AKP’nin PKK ile teslimiyetçi müzakerelerinin Türkiye’yi getirdiği noktayı tanımlıyor.Bakın, Erdoğan, 30 Ağustos resepsiyonunda “Bugün de, ülkemizin birliğin, beraberliğine, kardeşliğimize ve geleceğimize yönelik tehditlerle karşı karşıyayız” diyerek, tehlikeye dikkat çekiyor. Erdoğan, 26 Ağustos 2015’de muhtarlar ile konuşurken daha açık konuşmuş:”Türkiye tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor.”
Davutoğlu, 27 Ağustos’ta “Tarih, millet beka mücadelesi verirken, Hayır diyenleri affetmeyecektir” diyerek, Türkiye’yi beka sorunu yaşayan ülke diye tanımlıyor. Bu bir tesadüf veya ağızdan kaçma değil. Çünkü Davutoğlu 28 Ağustos’ta yaptığı konuşmada da Bahçeli’yi suçlamak için Türkiye’yi beka sorunu yaşayan ülke diye tanımlıyor. Oysa Sayın Bahçeli, AKP’nin Türkiye’yi PKK ile sürdürülen teslimiyetçi müzakereler sonucunda varlığını ve bütünlüğü tartışmalı hale getiren politikalarına “hayır” diyor.Davutoğlu, 30 Ağustos 2015 resepsiyonunda “Kimse Türkiye’nin her bir santimetre karesinde kamu düzeni hakim olana kadar bu huzur operasyonundan vazgeçilmemizi beklemesin” diyerek, bugün PKK’nın ülkenin bazı bölgelerini kontrol ettiğini itiraf ediyor. Davutoğlu, 28 Ağustos 2015’de AKP il başkanlarına hitaben yaptığı konuşmada bölücülerin “Silahlanmaktan, ayaklanmadan, teröre yaslanmaktan bahsediyorlar” diyerek, teslimiyetçi müzakere sürecinin sonunda PKK’nın ayaklanma sürecine girdiğini itiraf ediyor. Davutoğlu, 24 Ağustos 2015’de köy korucularının temsilcileri ile görüşürken, “2013 Mayıs’ında Türkiye’den geri çekilmesine karar verilen unsurlar, aksine son iki yıl içinde Türkiye’de kendi yıkıcı saldırılarını artırabilmek için ciddi bir yığınak yapma teşebbüsüne yöneldiler” itirafında bulunmuştur.
PKK/KCK’nın önü açıldı
Ülkemiz 1 Kasım 2015 seçimlerine doğru ilerlerken Türkiye’nin takriben 30 bine yakın seçim sandığının bulunduğu bölgelerinde seçim güvenliğinin gerçek demokratik standartlarda sağlanmaktan çok uzak olduğu görülmektedir. Bugün seçim güvenliğini sağlayacak olanın oy kullanılan odalara kamera koymak olduğu zeminine indirilen bir tartışma gerçekleşmektedir. Hiç şüphesiz, kamera konulmasının zararı yoktur. Hatta, başkalarının adlarına oy kullanılmasını engelleyici bile olabilir. Ancak bugün Türkiye’de seçim güvenliğinin sadece son aşaması değil, ilk iki aşaması da gerçekleşebilir olmaktan çok uzaktır.
Bazı ilçelerde güvenlik güçleri ile PKK’lı teröristler arasında sokağa çıkma yasağı ilan edilerek gerçekleşen sert çatışmalar gerçekleşirken, bu tür gerekli askeri önlemlerin alınmadığı ilçelerde ise PKK’nın halk üstündeki ağır baskısı devam etmektedir. Sadece Cizre’de değil, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilebilmektedir. Terör örgütü bu eylemleri ile güç denemesi yapmaktadır. Terör sürecini adım adım tırmandırmaktadır.
Esasen AKP Hükümetleri 2012 sonrasında Güneydoğu Anadolu’da PKK/KCK’nı önünü o kadar çok açmış ve güçlenmesini sağlamışlardır ki, 1 Kasım 2015’e kadar alınacak güvenlik önlemleri ile seçim güvenliğinin üç aşamasının da sağlanması mümkün olmayacaktır. PKK terör örgütünün örneğin 15 Ekim’e kadar terör eylemlerini sürdürdükten sonra 15 Eylül’de “tek taraflı olarak terör eylemlerini durdurması durumunda seçim güvenliği sağlanmış mı olacaktır. Bunu söylemek büyük bir yalandır.
Halen çatışma olmayan il ve ilçelerde de huzurun ve seçim güvenliğinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim devlet memurlarının çatışma olmayan il ve ilçelerde de ayrılmak için başvurmaları da bu gerilimin sonucudur. Öğretmenler arasında bölgeden ayrılmak için anlaşmalı evliliğin bir yol olarak kullanılmaya başlandığı ifade edilmektedir.
Okulların açılmasının ertelenmesinin nedeni turizmcilerden gelen talepler değil, çatışma ortamında doğu ve güneydoğuda okulların açılamayacağını, açılsa bile öğrencilerin gelmeyeceğini, öğretmenlerin gitmeyeceğinin görülmesidir. Kurban bayramı sonrasında eğer terör bu şekilde devam ederse okulların durumu (yani merkezi otoritenin kontrolündeki en önemli konulardan biri olan eğitim/öğretim) en sıcak konu olabilir. Devlet eğitim/öğretim de yaptıramıyor pozisyonuna düşebilir.
1 Kasım’a kadar bütün partiler sadece Güney Doğu Anadolu’da değil, ülkenin her yerinde terörün baskısını seçim sürecinin üzerinde hissedeceklerdir. Terörün vahşi yüzünü göstermesi durumunda Allah korusun gerçekleşebilecek kitlesel nitelikli bir katliam toplumsal ve siyasal gerilimi hiç olmadığı kadar yükseltebilir. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin seçim süreçlerinin güvenlik hassasiyetlerini artırdığı konusundaki uyarısı dikkate alınmalıdır. MHP Erdoğan ve Davutoğlu’nu seçimin üç boyutunun güvenliği konusunda uyarmaktadır.
Sıkı yönetim ilanı şart
1 Kasım seçimlerinin bir ölçüde güvenlik sağlanarak yapılmasının tek şartı sıkıyönetim ilan edilmesidir. Sıkıyönetim ilan edilmesi TSK’nın alana çıkmasını, PKK’nın hareket alanını daraltmasına, yerleşim merkezlerinde askerin mülki idarenin izni olmaksızın böylece hızla tepki vermesini sağlayacaktır. Bundan dolayı artık TBMM’nin sıkıyönetimi konuşmasının ve karara bağlamasının vakti gelmiş ve geçmektedir. Sıkıyönetim ilan edilmeden gidilecek bir seçimin güvenlik içinde gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir. Eğer AKP, bu ortamın devam etmesi halinde HDP seçmeninin sandığa gitmeyeceğini ve böylece HDP’nin oyunun düşeceğini kendi oyunun yükseleceğini hesap ediyor ise bu yanlış bir hesaptır. Böyle bir durumda PKK 1 Kasım günü terörü hem de sadece Güneydoğu Anadolu’da değil, Ankara, İstanbul ve İzmir’de de seçimin yapılamayacağı ya da katılımın çok düşeceği şekilde tırmandırabilir. Tabii üçüncü ihtimal ise HDP’nin güçlenmesinden rahatsız olan PKK içinde bir kanadın AKP’nin HDP’yi küçültme projesine olur vermesi. Ancak bu halen küçük bir ihtimal. Sonuç itibarı ile eğer bütün bu ağır mahsurlar orta iken seçim gerçekleşir ve güvenlik nedenleri ile ülkenin bazı bölgelerinde katılım çok az olur, bazı bölgelerinde %40-50 arasında kalır ise seçim yasal olarak meşru fakat politik açıdan meşruluğu tartışmalı bir seçim olacaktır. Böyle bir sonucu kimse istememeli çünkü Türkiye böyle bir sonucu zor taşır.
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.