Gazeteci, yazar ve senarist Salih Tuna’nın Yeni Şafak’ın ardından yeni adresi belli oldu…
Salih Tuna bundan böyle Sabah gazetesi okurları için yazacak…
Yaklaşık iki aydır okurlarından ayrı kalan Salih Tuna, çarşamba günü ilk yazısı ile birlikte Sabah okurlarıyla buluşacak.
Salih Tuna için Sabah Gazetesi’nde başlayacak olan yolculuk sürpriz olmuş.
İşte Salih Tuna’nın Sabah gazetesinde yayınlanan ve köşe yazarlığı dışında pek de bilinmeyen yönlerini anlattığı röportajı:
SABAH OKURLARININ BAYRAMINI KUTLUYORUM
Salih Bey Ramazan bayramının hemen ardından yazarlık serüveninde yeni bir yolculuğa başlıyorsunuz. Nedir duygularınız?
Öncelikle tüm Sabah okurlarının mübarek Ramazan bayramını kutluyorum. Kısmetse iki ay aradan sonra çarşamba günü okurla yeniden buluşacağız.
SABAH BENİM İÇİN YENİ BİR DÖNEM
12 yıl aralıksız yazdıktan sonra yazmamak nasıl bir duyguydu?
Önce şunu söyleyeyim. Sabah’ta yeniden okurlarla buluşmak sadece okurlar için değil benim için de sürpriz oldu. Zira köşe yazarlığına hepten veda etmekti niyetim. Lakin, bu iki aylık süre içerisinde, bir yerde yazmaya devam etmem için okurların “tazyik” derecesinde “teşvikine” öyle maruz kaldım ki, inanın şaştım kaldım. Okurların gerçekten de tahminim çok ötesindeki ilgisi, kimi duayen köşe yazarlarının önerisi ve hatta karşı mahalleden çok bilinen çok tanınan kimi yazarların teşvikinin yanı sıra Sabah gibi bir gazetenin teklifi söz konusu olunca, haliyle bir kez daha düşünmek zorunda kaldım. Uzun lafın kısası, şimdi Sabah’tayım. Ne diyeyim, Allah utandırmasın.
YAZARLIĞA 12 EYLÜL ÖNCESİ DUVARLARA YAZARAK BAŞLADIM
Peki nasıl başladı yazarlık macerası?
Orta mektep sıralarında, Ahmet Haşim’i taklit etmeye çalışarak şiir yazmaya çalışıyordum. Her Türk genci gibi. Demiş ya, Cahit Zarifoğlu, “Artist milletizdir…” Sadece artist değil, “şair milletiz” de. Ne ki herkesin okuyacağı yazılarımı 12 Eylül 1980 öncesini duvarlara yazdım. Şaka bir yana da aslında herkesin okuyacağı ilk yazılarımız onlardır. Diğer yazılardan farkı, telifini yakalanırsan polislerden alıyorsun; tabi cop olarak.
SAHNE SANATLARI İLE İLGİLENİYORUM
Yazılarını kağıda ne zaman basılmaya başlandı.
Lise yıllarında yerel dergilerde falan. Daha sonra, 80’li yılların başında da bizzat kendim dergi çıkardım, yayınevi kurdum vs.
Bazı okurlarınız bilmeyebilir ama siz sahne sanatlarıyla da ilgilisiniz…
İşte 80 yılların başında oyun yazmaya başladım. Bir oyunum yüzünden 6 yılla yargılandım. Hem komünist hem şeriat propagandasından yargılanan ender yazarlardan biriyim. En son oyunum 2005’te Afife Jale sahnelendi: “Suya Düşen Akıllar” Bu arada, 1994’te senaryosunu yazdığım, “Bize Nasıl Kıydınız” filmi nedeniyle dönemin Genelkurmay Başkanlığı “düşük yoğunluklu bir muhtıra” verdi. Sonra dizi çalışmalarına devam ettim. Halen de ediyorum…
GÜNLÜK YAZMAK BANA ZOR GELMİYOR
Günlük yazmak zor bir periyot. Bu kadar işinizin arasında zor olmadı mı?
90’lı yılların ortasında bir iki gazetede çok az sayıda da olsa köşe yazdım. Ama sarmadı, bıraktım. Sarmadı, çünkü insanın bazen konuşası gelmez, konuşmaz, değil mi? İnsan yazmak istemeyince neden yazmak zorunda kalsın. Böyle düşündüm. Sonra, 2005’te tekrar başladım. Üstelik hiç aralıksız, 2 ay öncesine kadar da devam ettim. Bu sefer ne oldu; sardı mı inat mı ettim, hangisi bilemiyorum. Galiba ikisi. Hatta önce inat ettim, sebat ettim, sonra sarmaya da başladı. Gerçi başlangıçta her gün bir konu nasıl bulunur, diye kara kara düşündüm.. Bu işte ömür tüketenler, zamanla alışırsın, dediler. Alışmak iyi mi ki, diye de aklımdan geçmedi değil. Ama yine de “alışırsın” ifadesi bana cesaret verdi.
BUNDAN DAHA MANYAK BİR DUYGU OLAMAZ
Türkiye’de gündemin çok hızlı değişmesi işinizi kolaylaştırıyor mu?
Evet, öyle hareketli günlerden geçiyoruz ki; köşe yazarları artık konu bulamamaktan değil, konular arasında tercih yapmaktan yoruluyorlar. Her gün zibil gibi konu var. Şuncağızı da söylemeden geçmeyelim: Günlük köşe yazmanın motive eden bir yanı olduğu kadar tüketen, iğva eden bir yanı da var. Motive eden yanını hülasa edecek olursak, düşüncelerinizi paylaşıyorsunuz işte. İğva eden, tüketen yanı ise kendinizi zamanla vazgeçilmez zannediyorsunuz. Hatta sizin yorum yapmadığınız konu sanki eksik kalmış sanıyorsunuz. Bundan daha manyak bir duygu olamaz.
POLEMİK YAZMAK HERKESİN HARCI DEĞİL
Peki polemik yazmak zor mu?
Sanırım bazıları için gerçekten zor. Polemik yapayım derken kendi kendilerini rezil ediyorlar da ordan biliyorum. Riya üsluplu tevazuda bulunacak değilim; benim için en kolay en keyifli yazı tarzı polemiktir.. Lakin zıpçıktıların ifadesiyle muhatabıma ben hiçbir zaman “çakmam,” tam aksine ,”severim.” Sevince de haliyle dünya güzel oluyor. Yani ben de keyif alıyorum, okur da.
BU KADAR SEVENİM OLDUĞUNU BİLMİYORDUM
Yazılarınız bazılarını da kızdırıyor. Yazmanın yalnızlaştırdığını söyleyenlere katılıyor musunuz?
Yaklaşık 2 aydan beri yazmıyorum. Yolda izde çevirip ne zaman yazmaya başlıyorsun diye o kadar çok soran oldu ki… İnanın bu kadar sevenimin olduğunu bilmiyordum. Şimdi ben “yazmak yalnızlaştırır” nasıl diyeceğim? Yazmak yalnızlaştırırmış! Artistik laf. Tamam kimilerinin öfkesini üzerinize çekersiniz. Gayet doğaldır bu. Ama ya her gün sizi okuyarak hatta size dua ederek güne başlayan okurların varlığı. Adeta binlerce insanla her gün yazı yolculuğuna çıkıyorsunuz. Tiyatroda nasıl ki seyirci oyuncunun meslektaşıdır; köşe yazarıyla okur ilişkisi de aynıdır.