Edebiyatımızda şehir ve şiir bağlantısı kurulduğunda ilk akla gelen edebiyatçılarımızdan biridir Beyatlı. Hatta İstanbul denilince ilk akla gelen şairdir. İstanbul onun için toprak parçasından önce tarih ve kültürün harmanlandığı medeniyet sembolüdür. Bir yazısında “Türklüğün yeryüzünde güzellik namına başka bir eseri olmasaydı yalnız bu şehir onun nasıl bir yaratıcı kudrette olduğunu ispat etmeye kifayet ederdi.” diyerek beldeyi tayyibeye bakışını net bir şekilde belirtir.
Büyük şairin dünyasında İstanbul’un eşsiz bir yeri olmakla birlikte, anne vatanı olan Üsküp de müstesna bir yere sahiptir. Yazılarında sık zikrettiği şehirlerdendir. Çocukluk ve ilk gençlik hatıralarının olduğu bu beldede annesinin kabri de bulunmaktadır. Dolayısıyla annesine olan özlemi gönlünden nasıl eksilmediyse Üsküp’e olan hasreti de son nefesine kadar devam etmiştir. Şair, İstanbul’a nasıl derin anlamlar ve sembolik değerler yüklediyse Üsküp’ü de böyle kayda almıştır. Yıldırım Beyazıt’ın küçük bir yerleşim yerini Şimale karşı Türk müdafaa kalesi olarak kurduğunu söyler hatıralarında.
Üsküp, Müslüman Türk mührünün en naif şekilde vurulduğu yerlerden biridir. Yıkımlar görmüş, zulümler yaşamış olan şehir, asli kimliğine darbeler almıştır. Şair, eski güzelliklerin yitip gitmesine üzülüp Üsküp’ü “Kaybolan Şehir” olarak görse de Anadolu şehirlerindeki kayıp bugün daha fazladır maalesef. İşgal edilen şehirlerimizdeki kayıplarla tarihî dokusuna ihanet ettiğimiz, asırlık hatıralarına yüz çevirdiğimiz şehirlerimizdeki kayıplar hemen hemen aynıdır. “Üsküp ki Şar Dağ’ında devamıydı Bursa’nın” diyecek kadar benzeşen bu iki kadim şehrin kaderi de maalesef maruz kaldıkları zulümle birleşmiştir. Bugün Üsküp’ün göğüne dikilen görgüsüz haç neyse Bursa’nın kalbine saplanan “TOKİ Hançeri” de öyledir. Kültürel körlükle dinî fanatizm an gelir böyle çirkinleşir işte.
Yahya Kemal’in İzinde
Vefatından 60 yıl sonra Üsküp’e sevdalı şairin hatıralarının kazılı olduğu sokakları adımlayıp hatırası olan mekânları ziyaret ettik. Gittiğimiz her yerde, bütün heybetiyle sanki Yahya Kemal Beyatlı bize eşlik etti.
Şehrin mahallelerini, çarşılarını, camilerini, hanlarını, bedestenlerini derin bir duygu yoğunlu içinde dolaştık. Tarihte nice güzellere ve güzelliklere şahitlik etmiş mekânların yetim bakışlarının hüznünü yaşadık.
Yahya Kemal’in millî ve manevi duygularla şahsiyetinin örülmesinde usta bir eğitimcilik sergileyen merhum annesinin anısına dikilen kitabeyi ziyaret ederken “Büyük insanlar büyük annelerin eseridir” sözünü de hatırlamış olduk. Nakiye Hanım’ın Üsküp aşkı da ayrıca türkülere sığmayacak, şiirlerle anlatılamayacak kadar eşsiz. Şimdi çok sevdiği topraklarda ebedî istirahatgâhında. Ruhu şad olsun.
Şairin Evi
Türkiye’de büyük yazarların doğdukları evleri koruyamadığımız gibi Üsküp’te de Beyatlı’nın doğduğu ev korunamamış maalesef. 1963 depreminde yıkılına evin yerine tiyatro binası inşa edilmiş. Şairin doğduğu, ilk çocukluk yıllarını geçirip sayısız hatıralar yaşadığı evin yerinde ise tiyatronun otoparkı bulunuyor. 12 yaşından 17 yaşına kadar yaşadığı Emin Bey Konağı duyarlı Türklerin gayretleri sonucu yıkılıp yerine bina yapılmaktan kurtarılmış, ama şu an göstermelik içi boş bir UÇK Müzesi hâline getirilmiş. Türkiye bu mekânla ilgili bir çalışma yapsa, TİKA aracılıyla şairin aziz hatırasını yaşatacak bir çalışma başlatsa ne güzel olur. İnşallah olur.
Zamana Direnen Tekke
Hangi ülkeye gitsem mutlaka tekkelere uğramaya çalışırım. Bu isteğimi izhar ettiğimde de bazı itirazlarla karşılaşırım. “Ama”yla başlayan hiçbir cümleye aldırmadan tekkenin huzur iklimine kendimi bırakırım. Elbette eksiklikler, hurafeler, hatalar var. Ama ne eksik değil ki?.. Hatasız ne var ki? Yüzyıllardır o tekkede çekilen zikirlerin huzuru gelip yakalar beni. Yahya Kemal’in muntazaman devam ettiği Rufai Tekkesi’nde de manevi bir atmosferi bizi karşıladı. Şeyh Sadeddin Efendi’nin Yahya Kemal’in şiir ve edebiyat damarını açtığı sohbetler, daha dün yapılmış gibi taptaze. Tekke’de Rufai büyüklerinin mezarları da var. Son Postnişin Murtezan Murteza’ya bir arkadaş, “Bu tekkenin büyüklerinden birinin kerametini anlatır mısınız?” dediğinde Murtezan gayet naif şekilde, “Her dönem bu tekkenin vazifesini icra etmesi için dua etmişler. Tekke bütün yıkım dönemlerine, sistem değişikliklerine rağmen vazifesini sürdürüyor. İşte keramet.” dedi. Tekke’de Rufai büyüklerinin yanı sıra Yahya Kemal’in izlerinin olması, ziyaretimizi daha anlamlı kıldı. Ekibimizdeki bütün şairlerin gözünde oluşan heyecan görülmeye değerdi. Girerken değil çıkarken gözümüzü şenlendiren kapıdaki beyiti okuyarak tekkeye veda ettik. Şöyle diyor beyitte:
Dersen bu cihanda seni sokmaya efa’î
Gel işte budur der gâh-ı vâlâ-yıRifâî
(Bu dünyada zehirli yılanların seni sokmasını istemiyorsan
buyur gel yüce Rifâî dergâhına)
Veda Değil Vefa
Üsküp’e gittik ve gitmeye devam edeceğiz. Ama bu seferimizde, Sultan Murat Camii’nden Kurşunlu Han’a kadar gittiğimiz her yerde Yahya Kemal bizimleydi. Büyük şairin doğduğu topraklarda onun izini sürerek; dilimizde muhteşem şiirleri, gönlümüzde eksilmez sevgisiyle Üsküp’ü bir başka yaşadık, bir başka hissettik.
Tanpınar, Yahya Kemal’in Üsküp’ü kaybetmemizle ilgili sükûtunu dikkat çekici bulur. Aslında mesele açıktır. Kalbi daima anavatanında atan şair için de şehirden ayrılış vardır ama kopuş yoktur. Veda değil vefa vardır.O topraklar maddi sınırlarımız içinde kalmasa da yürek sınırlarımız içinde olmaya devam edecektir.
Uçağa binip İstanbul’a dönerken hepimizin dilinde şairin aynı mısraı dolandı durdu.
‘Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene’
Mahmut BIYIKLI 02 Eki 2018
Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik’te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.