DERYA ÇAĞATAY/ İSTANBUL
Fransız yazar Jean-Louis Fournier denildiğinde anılması gereken noktalardan biri kendi yaşamını edebiyatının bir parçası hâline getirebilmesi olacaktır. “Hayatı edebiyat” diye bilinen o meşhur söz bir anlamda Fournier’yle ete kemiğe bürünür. Fakat Fournier bu kez kendini tekrardan ete kemiğe büründürdüğü, yazıyla yeniden yarattığı bir anlatıdan vazgeçip etten kemikten arındırmayı tercih etmiş. Daha ziyade aile anlatılarıyla tanıdığımız Jean-Louis Fournier bu kez otopsi masasına kendisini yatırıyor: Aşkları, eşi, iş yaşamı ve iz bırakmış anıları; her şey et ve kemiğiyle birlikte bir anlamda vücudundan sıyrılıyor. Fournier dendiğinde akla gelecek en önemli ikinci unsur olan mizah ise ‘Otopsim’in yazın kimliğini, rengini meydana getiriyor. Böylelikle de ortaya cesur olduğu kadar kendi mizahını da içinde taşıyan bir metin ortaya çıkıyor.
‘Otopsim’in bu kurmaca yanı ise anlatıcının Egoine adını verdiği, Fransızcada “kalın dişli el testeresi” anlamını taşıyan otopsiyi yapan görevli yaratıyor. Egoine’in kendi bedenine müdahelesi sırasında anlatıcı da her şeyin farkında ve otopsinin her ânında yaşadıkları ince bir mizahla anlatılıyor. Bu noktada önem kazanan ve öne çıkan ise yazarın okuruna düşündürmek istediği sorular oluyor.
Bu otopsiyle ortaya çıkan kemik ve organlardan çok bunlar aslında. “Mikroskopla incelediği buruş buruş yaşlanmış derimin belleği var mı? 50 yıl önce onu ürperten öpücükleri, okşamaları hatırlıyor mu?” diye sorarken de anlatıcı aslında tenin, canın, aklın sorgusunu yapıyor. Fournier’nin masaya yatırdığı diğer şey ise kendi kalemi ve yazdıkları. Fournier yazdıklarıyla yapmak istediğine “Ben gafil avlamak istiyordum. Şaşırtmak, kışkırtmak, neden olmasın, şoke etmek istiyordum” diyor. ‘Otopsim’ de dâhil Fournier’nin yazdıklarına bakıldığında tam olarak bunu yaşatıyor. Şaşırıyor, kurgusuyla ve düşündürdükleriyle kışkırtıyor ve şaşırtıyor. Bunları Fournier’nin özgünlüğü orijinal buluş ve düşüncelerle yakalayabilmesine borçluyuz. Hayalgücü içinse şöyle diyor yazar: “Beynimde anında çok koyu renkli bir bölge saptıyor. Kesinlikle karanlık düşüncelerimin yuvalandığı yer olmalı, çalışmalarımın, kitaplarımın yakıtı, ateşe ve sıcaklığa hayat vermesini sitediğim kömür, hayalgücüm. Siyahlığın içinde fosforlu küçük bir sinir düğmü yanıp sönüyor, belki de mizah duygusu. Hayalgücümü hiçbir zaman iyi kullanamadım. Benim münasebetsiz fikirlere kapılmama, insanlara ‘Böyle şeyleri de nerden bulur?’ dedirten fikirlere sahip olmama izin veren bu hayalgücü hayatımı sık sık berbat etmiştir.”