“Antik kültürün temsilcileri Sabiiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar Harran’da büyük bir uyum içerisinde birlikte yaşamış, buradaki okullardan dünyaca ünlü alimler yetişmiştir.
Tarihi geçmişi İslam öncesine dayanan, dünyaca ünlü ‘Harran Okulu’ Abbasi Halifesi Harun Reşid zamanında daha da gelişerek ününü yaymaya devam etmiştir.
İlk Çağ Hellenizminin İskenderiye’deki bilim ve felsefe okulu dağıtılınca, buradaki alimler Hz. Ömer zamanında, 7. yüzyılın ilk yarısında Antakya ve Harran’daki okullara yerleşmiştir.
İslamiyet’ten önce varlığı bilinen Harran Okulu, İslami dönemde de etkisini sürdürmüştür… Harran’daki İslam üniversitesinde Sabiiler, Hristiyan ve Müslümanlardan oluşan aydın gruplar vardı ve bunlar araştırmalar yapıyorlardı.
Harran Okulu’ndaki Sabii alimlerinden büyük kısmı sonradan Müslüman olmuştu… VII. yüzyıl sonrası ile VIII. yüzyılın ilk yarısında Harran Okulu’nda tercüme işi hızlanmıştı.
İlk Çağ Yunan bilginlerinin eserleri Urfa’da olduğu gibi orada da Arapçaya tercüme edilmiş, bölge Yunanca ve Süryaniceden Arapçaya yapılan tercümelerin merkezi durumuna gelmişti…
Emevi Halifesi II. Mervan, Harran’ı başkent yapınca (744-750), Harran Okulu’nda sürdürülen din, astronomi, tıp, matematik ve felsefe çalışmaları daha da ağırlık kazanmıştı.
Ta ki Moğollar 1260 yılı başlarında bölgeyi istila edene kadar…”
***
Harran’daki sinsi “istila!..”
Urfa’yı anlatan tüm kaynaklarda eski Harran Üniversitesi‘yle ilgili yukarıdakine benzer bilgiler verilir…
Ancak o bilgilerin temelinde hep aynı vurgular vardır; Orası “astronomi, tıp, matematik ve felsefe”nin başkentiydi…
Harran’da üniversite olduğu varsayılan, ancak İslam’ın ilk camilerinden Firdevs’in minaresi olarak da tanımlanan yapının “rasat kulesi” olarak anlatılan önemli bölümü halen ayakta… Yani eski Harran Üniversitesi’nin yerinde yeller esiyor…
Ancak yüzlerce yıl önce “bilimin merkezi” olan Harran Okulu’nun o soylu mirasının üzerinde şekillendirilen bir eğitim kurumu var ki, temellerini ne yazık ki Nurcular atınca gündemden hiç düşmedi…
1992’de kurulan üniversite, müritlerin öylesine istilası altındaydı ki, YÖK sonunda gerici kadrolaşmaya dayanamadı ve tarihin en büyük üniversite operasyonunu yaparak kurumu neredeyse “medrese”ye çeviren Nurcuların armağanı rektörle tayfasını görevden aldı…
Ve Nurcuların bir kanadının aslında, Said Nursi’nin Van’da kurmayı düşlediği “Medresetüzzehra”yı yaşama geçirmeye çalıştığı üniversite gerici örgütlenme yüzünden bir türlü gelişemedi…
İşte; “İslami olarak Cumhurbaşkanına itaat etmek farz-ı ayn’dır. Karşı gelmek de harpten kaçmak manasına gelir, haramdır… Biz itaat ediyoruz” diyen Ramazan Taşaltın ne yazık ki bu üniversitenin rektörüydü…
Hem de doçentliğini İTÜ “Uzay ve Uçak Bilimleri Fakültesi”nden almış, “Suudi Arabistan”daki (!) Kral Abdulaziz ve Qasem üniversitelerinde 8 yılı aşkın görev yapmış bir rektör!!!
“Uzay” üzerine okumasına rağmen bir gün olsun uzayın gözlendiği “astronomi” merkezi Harran’daki “rasathane” kulesine çıkmadığı (!) anlaşılan Taşaltın, AKP’den bile yükselen tepkilerin ardından dün istifa etmek zorunda kalırken geriye çok önemli bir soru da kaldı;
“Yüzlerce yıl ‘astronomi’ de okutulan bir okul, Suudi’den gelmiş böyle kafalara, hem de uzay (!) çağında nasıl teslim edildi?..”
Hiç kuşkunuz olmasın; koltuklarını korumak için din dışı hurafelere sarılanlar, bilim yuvalarında bazen Moğolların bile veremeyeceği zararlara yol açabilirler ki, bin yıl öncesindeki görkeminin aksine, Harran Üniversitesi’nin 26 yılda çekim merkezi olamaması da bunun kanıtıdır!..
***
Teymiye’nin mirası, Suudi’nin vahşeti!..
“Harran, istila, üniversite” ve “Nurcular” derken, yüzlerce yıl öncesinin bu çok önemli “ekol”ünde yetişen bir zatın kimliğine, onun günümüzdeki bağnaz mirasçılarıyla yol açtıkları başka vahametlere de dikkat çekmek lazım!.. Hem de Nurculara ait bir internet sitesindeki bilgiler üzerinden;
“İbn-i Teymiye 1263’te Harran’da doğmuş, Moğol istilâsından dolayı âlim olan babası ile Şam’a gitmiş… Hukukçu ve Muhaddis olan İbn-i Teymiye daha çok Hanbeli Mezhebi ile ilgilenmiş, felsefe ve mantık okumuş, Arap dili ve gramerine ve zamanın ilimlerine aşinâ olmuş… Ancak o, tasavvufu da mezhepleri de eleştirerek kendine göre ‘Kur’ân İslâmı’ yöntemi ile bir usûl oluşturmuş… Teymiye, Kur’ân-ı Kerîm’i kendi görüşleri ile tefsir edince ve hadisleri de kendisine göre değerlendirince ulema ve mutasavvufların öfkesini çekmiş.”
İşte o İbn-i Teymiye’nin görüşlerini referans alan Muhammed b. Abdulvahhab 1700’ün başlarından itibaren Vehhabiliği ortaya çıkardı…
Ancak Vehhabiliğin, büyük bir tehlike olduğunu gören İkinci Mahmud’un emriyle harekete geçen Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, 1812-1813 yılları arasında Mekke, Medine ve çevresini Vehhabiler’in “istila”sından kurtardı…
Peki; Vehhabilere “Harran” üzerinden neden mi dikkat çektik?..
El Kaide ve IŞİD gibi terör örgütlerinin referans aldığı Selefi kökenli Vehhabiliği “resmi mezhep” olarak kabul eden “Suudi” rejiminin İstanbul’daki konsolosluğunda “öldürüldü”ğü belirlenen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın cesedinin ise “yok edildi”ği savcılık tarafından açıklandı!..
Ne tuhaf değil mi; bin yıl öncesinin Harran Okulu’nda gelişen astronomi, tıp ve felsefenin günümüzdeki kimi sözde mirasçıları bilim yuvalarını yönetirken hurafeye sarılıyor, kimileri ise “kezzapla” insan yok etmek gibi IŞİD barbarlığını bile geride bırakan vahşetlere imza atabiliyor!!!
Söylencelerde; “yapı harcına karıştırılan gül suyunun her yağmurda gökyüzüne savrulduğu” varsayılan “Harran Okulu” artıklarından, 21. yüzyılda bağnazlığın, öfkenin ve kan kokusunun yükselmesi ne kadar acı değil mi?..
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.