MEVLİD-İ NEBİ
Geçen yıla kadar Kutlu Doğum adı altında kutlanan hafta bir genelge ile kaldırılmış ve adı da Mevlid-i Nebi Haftası ile Camiler ve Din Görevlileri Haftası olarak değiştirilmişti. Gerçi Peygamber efendimizin doğum gününü (Rebiüllevvel ayının 12. günü) Mevlid Kandili olarak kutluyorduk. Bir de Kutlu doğum haftası adı altında her nisan ayında bir dizi etkinlikler gerçekleştiriliyordu. Bu yıl 19 Kasım Pazartesi günü Allah nasip ederse Sevgili Peygamberimizin mübarek vücutlarının dünyaya teşriflerini kutluyor olacağız. Aslında bizim vücuttan kasıt onun manası olduğu aşikardır. O gün, Allah’ın son dini olarak biz kullarına müjdelediği İslam’ın nebisi Hazreti Muhammed’i bir kul ve elçi olarak yeniden anlamaya vesile olmalıdır. Onu anlamaya çalışırken İslam’ın yaşantımızdaki karşılığını, eksikliklerimizi ve etrafımızda nasıl bir tesir bıraktığımızı birer örnek şahsiyetler olma yolunda nasıl çaba harcadığımızı gözden geçirmeliyiz. Zira Müslümanım demek büyük sorumluluktur. Şimdiden dualarınız kabul, ibadetleriniz makbul olsun vesselam.
MODERNLEŞME Mİ! O DA NE?
Yaklaşan belediye seçimleri ile ilgili bir muhtar adayının iki ağacın arasına astırmış olduğu afişte şunlar yazıyor; “Daha modern bir Çavuşdere mahallesi için…” Modern kelimesine takılıyor gözüm. Bir mahalle neden modern olur! İstanbul’da yer alan kıyıda köşede olmayan bir mahalle daha nasıl modern olabilir? Yol, su, elektrik, iletişim, eğitim, sağlık hizmetlerinin dışında daha modern bir mahalle nasıl olabilir diye düşünürken aklım modern kelimesine takılıyor?
Modern olmak, asrî olmak
Yani çağı yakalamak diyordu 1920’li yıllarda kadınlara yönelik çıkan Sevimli Ay Mecmuasında. Eski ananeler geride kalmış daha asri bir ülke, ailenin saadeti için yeni inanışların elzem olduğu yazılıyordu. Bunun için de ataerkil düzen gitmeli herkesin iktisadi hayata katılabileceği ve katkı sunabileceği bir inanış gelişiyor diye ekliyordu dergi henüz Latin alfabelerine bile geçmemişken. Asrî kelimesi zamanla modern kelimesine evrildi. Modern olmak çağı yakalamakla eş tutuldu.
Kelime ve kavram ithali
Kendi kültürümüze, genetik kodlarımıza ait olmayan ve anlamadan transfer ettiğimiz bir kelimeye neden bu kadar sahip çıkılır. Batı propaganda tekniklerini çok iyi kullanır. Önce kelimeyi allar, pullar, neon ışıklarla gözümüzün içine sokar. Damarlarımıza kadar hissettirir. Vazgeçilmez kıldırır. Olmazsa olmazımız olur. Ama neden? Bu soru hiç de önemli değil? Kavramları; küreselleşme, globalleşme ambalajında sunar. Sevimli gelir bize. Janjanlı paketlerde sunulan kavram ve kelimeler artık bir elbise gibi üzerimize giydirilir. Sadece kelime değildir ithal ettiğimiz. Düşünce, davranış ve inanma modelini de transfer ederiz. İşte globalleşme!
Sıra Sekülerleşmeye geldi
Sekülerleşme; insanın yaşantısını öte alemden bu dünyaya odaklanmasını sağlayan modern kavramının bir üst modeli olarak görebiliriz. Bir şekliyle de eşya ile hakikati birbirinden ayıran bir yapıdan bahsediyoruz burada. Modern kelimesi evrimleşmeliydi bu yüzden anlamına daha odaklanamadan yeni bir kelime ikame edildi. Daha önce batı uygarlığı kavramını sıkça duyardık ardından modern, modernite derken şimdi Sekülerleşme hayatımızın tam da ortasına bomba gibi düşüverdi. Batı sürekli zihinsel dünyamıza format atmaktadır. Kendi kavramlarımız ve kelimelerimize sahip çıkmadığımız sürece ve yeniden bir üretim sürecine yani zihin faaliyetine girmediğimiz sürece bu hegomonya devam edecektir.
Modern çeşme olabilir mi?
Çeşme nihayetinde Türk-İslam tarihin mimari uygulamalarımızın bir yansımasıdır. Su, çeşme abı hayat sunan, cennet ile bağdaşan bir metaforik karşılığı vardır. Elbette tarihi bir çeşmeyi onarıp tekrar aynı fonksiyonu yerine getirmese de anlam dünyamızda bugün verilmesi gereken bir anlam izdüşümü olmalıdır? Ama sanırım artık sorun çok daha derinlerdedir bir çeşmeye o tarihi misyonunu göz ardı etmeden, yeni bir anlamı kimler kazandıracaktır? Hangi akıl çeşmeye yeni anlam yükleyecektir? Muhtar adayı mı? Muhtar adayı modern bir çeşme vadederken bize nasıl bir zihin dünyası ve kültürel bir kodlama yapıyor? Cevap bekleyen sorular bunlar.
BİLGİ HİÇBİR ŞEYDİR
Kitaplar dolusu bilgi taşıyordu, beli bükülmüş, gözleri okumaktan artık şeşi beş görüyordu. Ezberler beyninde yaralar açmıştı. Her şey birbirine giriyordu. Bir yerde hata yapmıştı ama nerede? Bir sabah bir uyandı, okurken uyuyakaldığı kitap yerdeydi. Sayfalar sağa sola saçılmış, paramparça olmuşlardı. Önce rüya gördüğünü düşündü. Hayır gerçekti her şey. Tam karşısındaki kütüphaneye baktı kitapların hepsi küf tutmuş, örümcek ağları ile sarmalanmışlardı. Ortalığı kesif bir koku sarmıştı. Sanki yüzyıllardır el değmemiş gibiydi kitapları. Hemen birini aldı eline açtı sayfaları, karıştırdı. Bomboştu silinmişti yazılar. Bazı yerlerde harfler görünür gibiydi ama bu kadar. İnanamadı! Onca bilgi nereye gitmiş olabilirdi. Ama hepsi kafasındaydı ya! Bir an durdu, düşündü. Hatırlayamadı. Okudukları da silinmişti. Olduğu yere yıkıldı. “Onca bilgi” dedi fısıltıyla “onca bilgi nereye gider.” Pencerenin dibinde yerde duran sayfaya ilişti bir an gözü. Perdenin aralığından ışık vuruyordu sayfanın üzerine. Belli belirsiz yazılar vardı sanki sayfanın üzerinde. Kalktı yerinden, gitti sayfanın yanına eğilip aldı okudu; “Onca bilgi, geldiği yere geri döndü.”
BİLGİ VE KİBİR
Kibir Allah’ın sevmediği ama şeytanın pek sevdiği bir şeydir. Hele bir de bilgisinden emin burnu Kaf Dağında, dakikalarca dinlenilmek, alkışlanmak ve gururu okşanmak için konuşanların hali içler acısıdır. Sevgili Peygamberimiz böyleleri için şöyle demiştir; “Kıyamet gününde bana en yakın ve katımda en sevgili olanınız, ahlakı en güzel olanınızdır. Benden en uzak ve katımda en sevimsiz olanınız ise, çok konuşan, lüzumsuz ve uzun konuşanlarla, kibirli olanlarınızdır” buyurmuştur.
Gerçek bilgi hikmet süzgecinden geçendir. Onun alkışa ihtiyacı yoktur. Böyle bilginin tahtı zaten gönüllerde yankı bulur.
Husuf Has Hacip;
İnsangönlü, deniz gibidir.
Bilgi, inci misali o denizin altındadır
Kişi, o denizden inciyi çıkarmazsa,
İster inci ister taş olsun hepsi bir,
derken değerli sözün yani bilginin inci gibi denizin altında olduğunu söylemiştir. O inci olan bilgiyi çıkarıp halk ile paylaşmanın öneminden bahseder Yusuf Has Hacip.
Hazreti Ali ise kibirli olanların cahil olduğundan, kitapları devirmiş olsa bile kibir hastalığından bilgisizliğini dahi göremediğini söyler. James Taylor da Hazreti Ali’nin sözünü teyit edercesine; bilgisiyle kibirlenmek cahilliğin ta kendisidir der. Bilgi ve kibir bir arada olduğunda o bilginin onca bilgiyi taşıyan kişiye hamallıktan başka bir yük vermediğini o bilginin de boş sözlerden oluşan dedikodudan farksız olduğunu söyleyebiliriz.
POZİTİF
Müziğin Motivasyonu
Geçen hafta Atatürk’ü anma haftası nedeniyle özel bir okulda sabahları müzik yayını yapılmış. Atatürk’ün sevdiği şarkılardan oluşan bir kayıt sabahları çocuklar dersliklerine çıkana kadar hoparlörlerden yayın yapmış. Gözlemlenen o ki çocuklar her sabah sallana sallana geldikleri okula normalde dersliklerine asansörle çıkmalarına karşın müzik yayınının etkisiyle hızla merdivenleri koşarak sınıflarına çıkmışlar. Bu çok dikkat çekmiş. Okulda öğretmen olan arkadaşım müziğin motivasyonunun çocuklarda müthiş bir etki yarattığını gözlemlemiş. İnsanın ruhuna iyi gelen belki de tek araç müziktir. Bu uygulamanın sürekli olması ve farklı müzik türlerine yer verilmesi ancak başta kendi özgün sazlarımızın canlı performanslarla koridorlarda sahnelenmesi ne kadar doğru ve güzel bir şey olurdu.
NEGATİF
İlkokullarda müzik dersi var mı?
Kızımın okul çizelgesine tekrar tekrar baktım müzik diye bir ders yok ama müzik kitapları var. Fakat müzik adına hiçbir şey yapmıyorlar. Sadece dışardan aldırdığımız drama dersinde şarkılar söylüyorlarmış. Müzik ciddi iştir. Spor ve resim ve tüm görsel sanatlar da öyle. Çocukların ruh ve beden sağlığı üzerinde öyle olumlu etkileri var ki biz hala bu kısmı anlayamadık. Matematik, fen ve diğer tüm derslerden daha fazla görsel sanatlar, müzik, spor ağırlıklı olmalı eğitim sistemimiz. Diğer dersler müziğin, sporun hatta görsel sanatların içinde harmanlanarak fiziki şartları da içinde barındıracak şekilde eğitim gerçekleşmeli. Çocuklarımızın enstrüman eşliğinde müzik odasında söyleyecekleri Türküler bize ait ezgiler ne çok şey verecektir onlara. Kültür, dil, ahlak, saygı, sevgi daha nice hasletler şarkılarımızda türkülerimizde var zaten. Özellikle ilkokuldan başlaması gereken müziği bir ders olarak değil hayatın bir parçası olarak görmediğimiz sürece eğitimde eksiğiz demektir.
Ümit G. CEYLAN 15 Kas 2018
Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik‘te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.
Yeni Birlik Gazetesi’ni Gazete Bayilerinden Temin Edebilirsiniz.