İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ndeki “Aralıktan Bakmak: Meşrutiyet Caddesi’nden Bir Kesit” başlıklı sergi, izleyicilerini Meşrutiyet Caddesi’nde asırlar arasında yolculuğa çıkarıyor. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ve Pera Müzesi’nin bulunduğu tarihi yapılar arasındaki bölgeye odaklanan sergi, Rossolimo Apartmanı’ndan Büyük Londra Oteli’ne, Pera Palas’tan Odakule’ye, Bristol Oteli’nden Tepebaşı Tiyatrosu’na kadar pek çok tarihi yapıyı mercek altına alırken, 19. yüzyıl sonundan 20. yüzyıl sonuna doğru uzanan bir döneme ait fotoğraf ve belgelerle bölgenin çok katmanlı kimliğini gözler önüne seriyor. Küratörlüğünü ve sergi tasarımını Dilara Tekin Gezinti ve Eda Özgener’in yer aldığı Atölye Mil’in, VR tasarım ve geliştirmesini Ayşegül Karaman ve Esra Akdere’nin yer aldığı APOLLO’nun üstlendiği sergi, mekanlarla birlikte siyasal, ekonomik ve toplumsal değişimi de net bir biçimde gözler önüne seriyor. Tepebaşı’nın henüz bir mezarlık olduğu zamanları belgeleyen erken 19. yüzyıl gravürlerinden, tiyatro binasına ev sahipliği yaptığı yıllara, şehrin gece hayatının merkezi olduğu 1960’lı yıllarda açılan Playboy Club’ın eğlenceli fotoğraflarına kadar izleycilerle buluşturuyor. Sergi aynı zamanda, bugün Pera Müzesi olarak kullanılan eski Bristol Oteli’ni sanal gerçeklik teknolojileri aracılığıyla içindeymişçesine deneyimleme imkânı sunuyor. Sergide, İstanbul’un otelcilik serüveni de izleyenlere aktarılıyor. Sergiye ev sahipliği yapan İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün bulunduğu 1900’lerin başında mimar Guglielmo Semprini tarafından yapılan Rossolimo Apartmanı’nı da ‘Aralıktan Bakmak’ta görebiliyorsunuz. Sergi, mimarimizdeki batılı dönüşüme de tanıklık yapıyor, özellikle yapıların dış cephesinde Neoklasik ve iç mekanda ise daha ekletik bir durumun olduğunu gözlemleyebiliyorsunuz. Serginin küratörleri Dilara Tekin Gezinti ve Eda Özgener’le serginin hazırlık sürecine, onları heyecanlandıran buluntulara ve kentin yüzyıllar arasında yaşadığı dönüşüme dair konuştuk.
* Bu serginin fikri nasıl ortaya çıktı? Sizi esinlendiren ne oldu?
Aslında bu kapsamlı araştırma projesi, ufak bir merak ile başladı diyebiliriz. Bir müze binasının tarihini incelemek ve binanın bizzat fiziki varlığını sergilenen bir unsura dönüştürmek nasıl bir deneyim üretir merak ediyorduk. Bir sergi mekânının, serginin konusu ve malzemesi olması fikri ilgimizi çekiyordu. Pera Müzesi çok iyi bir örnekti: Bristol Otel olduğu dönemde bambaşka bir yaşantının mekânıydı ve dahası, konumlandığı cadde pek çok farklı tarihi katman ve yaşantı içeriyordu. Pera Müzesi’nin yer aldığı bina ve Meşrutiyet Caddesi’ne ait bir ön araştırmanın ardından, sergi öneri projesini oluşturduk ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ne sunduk. Süreç böyle başladı.
‘FARKLI BAKMA BİÇİMLERİNİ ÖNEMSEDİK’
* Serginin hazırlık süreci nasıldı?
Sergi hazırlıklarının büyük bir bölümünü araştırma süreci oluşturdu. İBB Atatürk Kitaplığı, Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul Kitaplığı, SALT Araştırma, Harvard Üniversitesi Kütüphanesi, Yapı Kredi Bankası, Pera Palas Oteli, Büyük Londra Oteli gibi pek çok arşivi inceledik. Ulaştığımız belgeler ve objeler, serginin kavramsal çerçevesini kurgulamamızda belirleyici oldu. Rossolimo Apartmanı ve Bristol Otel aralığına odaklanmaya karar verdik, nitekim sergi de ismini bu aralıktan alıyor. Aralıkta yer alan pek çok mimari işlev, bölgeyi etraflıca okumamıza aracılık etti; konut, otel, mağaza, restoran, tiyatro, bahçe işlevleri üzerinden dönemin gündelik hayat – mekân ilişkilenmelerini inceledik.
Atölye Mil olarak serginin hem kürasyonu hem de tasarımını yürüttüğümüz için, söz konusu kavramsal çerçevenin nasıl mekânsallaştırılacağı konusu ikinci büyük hazırlık sürecimizdi. Dönemin sosyal ve politik arka planını, gündelik hayat alışkanlıklarını, mekânsal kurgusunu, renk-malzeme kararlarını, mobilya detaylarını, grafik dilini, özetle 19. Yüzyıl Perası’nın ruhunu ziyaretçinin deneyimine açmak üzere pek çok sergileme tekniği kullanmaya çalıştık. Bu süreçte iki boyuttan, üç boyuta uzanan farklı deneyim seviyeleri ve çeşitlilikleri yaratmayı hedefledik.
Duvarda iki boyutlu bir çizim olarak incelenebilecek bir duvar kağıdı deseni, bir otel odasının fiziki boyutları, bir stereoskoptan bakabileceğiniz Meşrutiyet Caddesi panoraması gibi… Bristol Otel’in iç mekân deneyimini üretmek üzere Apollo ile çalıştık. Apollo, Bristol Otel’in plan şemasını kullanarak ve dönem otellerinin iç mekân fotoğraflarını referans alarak, bir sanal mekân deneyimi yarattı. Sergi kurgusunda pek çok farklı bakma biçimi üretmeyi önemsediğimizi söyleyebiliriz.
MEKANSAL KARŞILIKLAR BİZİ HEYECANLANDIRDI
* Sergi materyallerini oluştururken sizi en çok heyecanlandıran belge, görsel vs. ne oldu?
Sergide odaklandığımız zamansal ve fiziksel aralığı mekânlar üzerinden okumayı deniyoruz. Bu sebeple, mekânın örgütlenişi konusunda fikir verebilen tüm belgeler bizim için çok önemliydi. Caddede yer alan bina cephelerinin, etraftaki fiziksel koşullar değiştikçe dönüşümünü okuyabilmek; iç mekân kurgularına eklemlenen yeni işlevlerin ilk izlerini sürebilmek gibi farklı mekânsal karşılıkları okuyabildiğimiz belgeler bizi en çok heyecanlandıranlar oldu. Tüm bu fiziksel karşılıklar gündelik hayatta nelerin değiştiğinin birer kanıtı aslında.
Özellikle fotoğrafları tararken detaylara odaklanmayı seçtik. Örneğin Tepebaşı Tiyatrosu salonunda kalabalık içerisinden bir seyirci, Bristol Otel’in giriş merdivenlerinde bekleyen bir adam ve üst kattaki balkondan bu fotoğrafın çekiliş anını izleyen kadınlar, cephelerde panjur ve perdeler gibi batı güneşinden korunma önlemleri, bahçenin mezarlık olduğu dönemden etrafı mezar taşları ve ağaçlarla çevrili bir patika gibi detayları kullanarak ziyaretçiyi o ana yaklaştırmayı denedik.
Ayrıca dönemin grafik anlatım tekniklerini de dikkate değer bulduk ve sergiye dahil etmek istedik. Bu yüzden mekânı kronolojik olarak incelerken, bir yandan da kendine ait olan grafik dili kullanmayı önemsedik.
‘DÖNÜŞÜM TEMEL MESELEMİZ’
* Meşrutiyet Caddesi’nin 19. yüzyılın ortasında başlayan dönüşümünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Dönüşüm” konusunun serginin temel meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Pera bölgesinin dönüşümünü ve bu dönüşümün katmanlarını araştırırken kullandığımız birincil araç mekâna bakmak oldu. Örneğin; ulaşımındaki gelişmelerle birlikte turizmin mekânsal karşılığı olarak “otel” adında yeni bir mimari işlev icat olurken; tüketim biçimlerinin değişmesi ile de büyük mağazalar belirmeye başlıyor ve yine o dönem için yeni bir mekânsal öğe olan vitrin ortaya çıkıyor. Tüm bu öğeler, karşılıklı olarak birbirini ve gündelik hayatı dönüştürmeye devam ediyor.
Biz dönemin kentsel ve sosyal yapısını, gündelik hayat dinamiklerini mekân üzerinden okumaya çalıştık; tüm bu değişkenlerin ve mekânın birbirini yeniden ve yeniden dönüştürdüğü bir dönemden bahsediyoruz. Bu değişimi “iyi” ya da “kötü” gibi bir pozisyon alarak tartışmak yerine, derinlemesine anlamaya odaklandık.
DIŞ NEO-KLASİK İÇ KARMAKARIŞIK
* Dönemin mimari anlayışına ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Meşrutiyet Caddesi’ndeki cephelere baktığımızda, o dönem çok sık rastlanan Neoklasik öğeleri görüyoruz; fakat konu iç mekân organizasyonuna geldiğinde, net bir üsluptan bahsetmek pek mümkün değil. Doğu ve Batı’dan çeşitli öğelerin bir arada ve “karmakarışık” kullanıldığı iç mekânlar çok yaygın. Oryantalist objeler, tablolar, Japon vazoları, Fransız mobilyaları aynı mekânda yer alıyor; hatta kimi zaman onlarca halının üst üste diyagonal yerleştirildiği fotoğraflara rastlamak mümkün. Özetle her üsluptan bir parça kullanmanın makbul olduğu bir dönem diyebiliriz.
‘KAMUSAL KİMLİĞİNİ KAYBETTİ’
* Önceden mezarlık, günümüzde ise otopark olan Tepebaşı, bir zamanlar kentin eğlence yaşamına ev sahipliği yapıyordu. Tepebaşı’nın dönüşümüne ve ev sahipliği yaptığı mekânlara ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Aynı parsel, bir mezarlık iken farklı kullanım biçimleri ile bir promenad olarak işlev vermeye başlıyor; bu işlevin orada güçlenmesi ve yan faaliyetlerle desteklenmesi üzerine bir bahçe olarak düzenleniyor. Bu alan; Haliç üzerinden günbatımlarının izlenebileceği bir yeşil alan olmakla beraber içerisinde sahneler, çay bahçesi, bar gibi pek çok farklı işlev barındırıyor ve kamusal bir kimliği var. Tiyatronun oradan taşınması, geçirdiği yangın ve yıkımlar, idarenin bölge ile ilgili tutumu… Yaşanan tüm sosyal değişimlerin, mekânın bugünkü haline dönüşümünde ve alanın kamusal kimliğini kaybetmesinde etkisi var elbette.
‘ÇOK ŞEY KAYBEDİLDİ’
* Günümüzdeki Meşrutiyet Caddesi’ne, Pera’ya baktığınızda, toplam olarak yaşanan dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nostaljik bir okuma yapmak istemeyiz ama pek çok şeyin kaybedildiği ortada. Pera’nın 19. yüzyıldaki kimliğine baktığımızda, dönemin ruhu ile de alakalı olarak mekânlar çok katmanlı, karşılaşmalar için daha çok ihtimal barındırıyor. Şu an böyle bir zenginlikten bahsetmek pek mümkün değil. Koruma kavramı, binaların cepheleri ile sınırlı tutulduğunda çok şey yitip gidiyor.
KİTABA DÖNÜŞEBİLİR
* Bu sergi yaşadığımız, her gün geçtiğimiz bir caddenin serüvenini gözler önüne seriyor. Aslında her zaman ihtiyaç olacak ve görülmek istenecek bir sergi. O yüzden sergiye ilişkin başka projeleriniz de olacak mı? Mesela kalıcı hale getirmek gibi…
Sergi, konumlandığı mekânın bizzat kendisini anlattığı için, kalıcı bir sergiye dönüştürülmesi, bağlama çok iyi oturan bir yaklaşım olurdu, fakat İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, mekânın fiziksel limitleri dolayısıyla kalıcı sergiler yapmıyor. Arkasında çok büyük bir emek olan bu projenin ömrünün sergi süresi kadar olması fikri bizi de üzüyor, bu sebeple serginin odağındaki konu ve dönemi ele alan metinsel bir kalıcı üretim ortaya koymak niyetindeyiz.
İlgili Meşrutiyet Caddesi’nde asırlar arası yolculuk haberiyle ilgili sizde görüşlerinizi yazarak gündeme dahil olabilirsiniz.