“Benim papazım”, “senin papazın” kavgasından kim zaferle çıkardı acaba?.. İzmir-Pensilvanya hattındaki tarikat lideri çekişmesinde, değiş-tokuş, “takas” mücadelesinde kim başarılı olacaktı?..
İşte o derin mücadele 18 Temmuz’daki bir Twitter paylaşımıyla başladı… Fethullah Gülen’in iadesi için yıllardır kılını kıpırdatmayan ABD Başkanı Trump dedi ki; “Erdoğan bu mükemmel Hristiyan eş-baba için bir şeyler yapmalı…”
Bu paylaşım sonuç vermeyince ve 25 Temmuz’da rahip Brunson hakkında ev hapsi kararı alınınca, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence bir toplantıda konuşurken Türkiye’yi açıkça “tehdit” etti!.. Pence 25 Temmuz’da şöyle konuştu;
“Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye hükümetine Amerika Birleşik Devletleri Başkanı adına bir mesajım var. Pastör Andrew Brunson’u şimdi serbest bırakın ya da sonuçlarına katlanmaya hazırlanın… Eğer Türkiye bu ‘masum’ din adamını serbest bırakıp, ülkesine göndermezse ABD, Brunson özgür kalana kadar Türkiye’ye önemli yaptırımlar uygulayacak…”
Bu tehdide karşı Dişişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geri durmadı ve Pence’ye şu yanıtı verdi;
“Hiç kimse bize talimat veremez… Kimsenin tehdidine de boyun eğmeyiz… Hukuk kuralları istisnasız herkes için geçerlidir…”
Hatta Adalet Bakanı Abdulhamit Gül de bu meydan okuma sırasında, “Türkiye kendi kaderini tayin eden, tam bağımsız ve egemen bir ülkedir” diyerek Çavuşoğlu’na destek verdi.
Karşılıklı restleşme sürerken Erdoğan ise “Tehdit ifadeleriyle yaklaşmak kimseye bir şey kazandırmaz” demekle yetindi…
***
Tehdit, rest, pes!!!
Ancak ABD’nin tehditleri aralıksız devam etti… Washington, Türk İçişleri ve Dışişleri Bakanları hakkında “yaptırım” kararı aldı, ABD Brunson için tüm diplomatik, siyasi ve ekonomik “tehdit” enstrümanlarını kullanmaya devam etti…
Türkiye ise ABD’nin “mal varlıklarını dondurma” yaptırımına aynı yöntemle karşılık verdi ama bir “heyet”i de sorunu çözmek için 8 Ağustos’ta Washington’a göndermekten geri durmadı…
Bu diplomatik girişimden beş gün sonra, 13 Ağustos’ta bir ABD doları 7 lira 22 kuruşa kadar ulaşınca piyasalarda büyük bir deprem yaşandı, hükümet panikledi, ekonomik kaos ise büyüdükçe büyüdü…
Örneğin; ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, Brunson krizi sürerken ve dolar iyice yükselirken, “Türkiye Papaz Brunson’u serbest bırakmazsa daha fazla yaptırım uygulayacağız” diyerek Washington’un tehditlerini devam ettirdi…
Trump ise 17 Ağustos’ta deprem gibi bir açıklama yaptı ve “henüz bu iş bitmedi… İnsanları alıkoyamazlar” diyerek Ankara’ya gözdağı vermeyi sürdürdü… Hem de pervasızca ve diplomatik kuralları altüst edercesine…
ABD ile Ankara arasında Brunson gerilimi büyürken ve ekonomik kriz derinleşirken Erdoğan bir canlı yayında, “12 Ekim’deki mahkeme ne karar verir bilemem” diyerek topu yargıya atmak zorunda kaldı.
İşte o yargı, yani İzmir’deki mahkeme 12 Ekim’deki duruşmada Brunson’u salıverdi!.. İzmir’i hızla terk eden Brunson da ayağının tozuyla Beyaz Saray’a giderek Trump’a teşekkür etti… Trump ise Erdoğan’a!!!
***
Brunson’dan çıkan acı ders!..
Yukarıdaki Brunson krizi kronolojisi Türkiye’yi derinden sarsan ekonomik sarsıntının gidişatını bundan sonra nasıl etkileyecek bilinmez ama ortada bilinen çok önemli gerçeklerle kaygı verici, düşündürücü sorular var…
Brunson gibi “50 milyon üyeli bir mezhebin önemli din adamlarından biri”ni Yozgat’ın köyündeki cemaat üyesi gibi cezaevine atmak kolay değilmiş meğer!..
Hem de o Brunson, “PKK üyeliği”, Fethullahçılık, “casus”luk gibi çok önemli iddialara dayanılarak, “35 yıl” gibi ağır hapis cezası istemiyle yargılanırken, meğerse sıradan bir tarikatın, basit-kimsesiz üyesi değilmiş!..
Arkasında öyle darmadağın olmuş FETÖ ya da tüm askeri gücünü yitirmiş PKK yokmuş Brunson’un… Koca Amerika arkasındaymış bay papazın…
Öyle arkasındaymış ki; ABD yönetimi tüm işini bırakarak, hatta dünyanın jandarmalığıyla ilgili eylemlerini bir kenara iterek, İzmir’i nedense yıllardır karargah tutan, PKK’lılarla fotoğrafları ortaya çıkan bir papazın peşine düştü!.. Hem de ne düşmek!..
Öyle bir papazmış ki o, koca ABD başkanı günler boyunca Twitter üzerinden, Türkiye’ye karşı psikolojik savaş yürüttü, kurmayları ise”sonucuna katlanırsınız” gibi külhanbeyi tavırlarıyla, soylu Türkiye Cumhuriyeti’ne “görürsünüz gününüzü” demekten geri durmadı…
***
Papaz, sonuç, hezimet!..
AKP aslında tıpkı PKK ve FETÖ ile mücadele ya da her siyasal kriz sırasında İsrail’e kafa tutmakta olduğu gibi, Brunson sarsıntısında da ABD’ye meydan okumayı Mart ayındaki yerel seçimlere kadar siyasi malzeme olarak kullanmak istedi… Ancak seçime daha çok zaman vardı ve “dolar” aman vermedi!..
Şu Brunson krizi Mart ayında yapılacak yerel seçimlere bir hafta kalmışken ortaya çıksaydı da, görseydiniz seçim meydanlarında, “Amerika… Amerika…” diyerek başlayan posta koyma tiyatrolarını…
Hiç kuşkunuz olmasın; halkımızın bir kesimi meraklıdır böyle boş kabadayılıklara, meydan okumalara, afralara-tafralara… Eminim bu kez de, “Amerika’ya nasıl da posta koydular” diyerek AKP’ye oy yağdırırlardı…
Sözün özü şudur; AKP Mart ayında yapılacak yerel seçimlere döviz krizi, enflasyon canavarı, yoksulların artan feryadı, zamlar, açlık ve işsizlik sıkıntılarının iyice derinleştiği bir ortamda girmeyi göze alamadı…
Bir papaz uğruna ve karşısında ABD varken, derinleşecek krizle yerel seçimleri kaybedebileceğini iyice görmüş olmalı AKP…
Yani Mart kapıdan baktırdı, dosyaları yaktırdı, “PKK’lı”, “FETÖ’cü”, “casus” Brunson 35 yıl hapisle yargılanırken serbest kaldı…
Papaz krizi de gösterdi ki; zor zamanlarda Atatürk gibi, İsmet İnönü gibi dik duramayınca, boş meydan okuma ve restleşmenin ardından “hukuk”, egemenlik, bağımsızlık ve ne yazık ki itibar hak getire…
“Katlanılan sonuç”un siyasal, diplomatik ve ekonomik hezimeti yüzünden de geçmiş olsun Türkiye!..
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.