Emrihan AYDIN
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Marshall Yardımları ve Kaht-ı Rical

Marshall Yardımları ve Kaht-ı Rical

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yakın tarihimizin en önemli ikinci dönemi, şüphesiz ki İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Bu dönem, dünya dengelerinin değiştiği bir süreç olmuştur. Türkiye, savaş boyunca tarafsız kalmayı başarsa da, savaş sonrası gelişmeler nedeniyle bir tarafın yanında yer aldığı söylenebilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye ekonomisi iki önemli sorunla karşı karşıya kaldı. Bir yandan, savaş sırasında artan gıda ve hammadde fiyatlarının normale dönmesi, bu ürünleri ihraç eden Türkiye’nin gelirlerinde bir düşüşe yol açtı. Diğer yandan ise, Sovyet tehdidi nedeniyle ordusunu terhis edememesi, ülkeye büyük bir ekonomik yük getirdi. Ayrıca, Türkiye o dönemde sahip olduğu 245 milyon dolarlık altın ve döviz rezervini, Sovyetlerle olası bir savaş ihtimalini göz önünde bulundurarak kullanmaktan kaçınıyordu. Bu ekonomik zorluklar, Türk yöneticilerini dış kredilerden yararlanma arayışına yöneltti.

Tam bu sırada, İngiltere’den gelen bir haber, Amerika Birleşik Devletleri’nin politikalarında önemli bir değişim sürecini başlatacaktı. 21 Şubat 1947 Cuma günü öğle saatlerinde, İngiltere’nin ABD’deki Büyükelçisi’nin sekreteri Lord Inverchapel, ABD Dışişleri Bakanlığı’nı arayarak, İngiltere Büyükelçisi’nin George Marshall’a Yunanistan ve Türkiye ile ilgili çok önemli bir bilgi iletmesi için kendisine talimat verdiğini bildirdi ve randevu talep etti.

İngiltere’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne ilettiği bu kritik bilgi, ülkenin bir süredir Türkiye ve Yunanistan’a sağladığı ekonomik ve askeri yardımları artık sürdüremeyeceğini ortaya koyuyordu. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan ile ilgili ayrı ayrı hazırladığı memorandumlarda, Türkiye’nin batı savunmasındaki önemini vurgulayarak, bu ülkenin hem askeri hem de ekonomik açıdan desteklenmesi gerektiğini ifade etti. Ancak İngiltere, bu yardımları devam ettiremeyeceğini ve Yunanistan’daki askerlerini geri çekmek zorunda kaldığını belirterek, bu sorumluluğun artık Amerika Birleşik Devletleri’ne geçtiğini bildirdi. Böylece İngiltere, II. Dünya Savaşı’na kadar sürdürdüğü dünya siyasetindeki rolünü Amerika’ya devretmiş oluyordu.

Artık dünya sahnesinin ışıkları, İngiltere’den Amerika’ya kayıyordu. Amerika’nın uluslararası alanda etkin bir rol üstlenmeye başladığı an, işte bu olayla birlikte gerçekleşti. İkinci Dünya Savaşı’ndan etkilenen Avrupa ülkelerine yardım sağlamayı amaçlayan Marshall Planı oluşturuldu. Ancak Türkiye ve Yunanistan, doğrudan savaşın içinde olmadıkları için bu plana dahil edilmedi. Türkiye, bu durum üzerine doğrudan ABD Hükümeti’ne başvurarak Marshall Planı’na katılma talebinde bulundu. Türkiye, bu başvurusunda ekonomik durum ile askeri ve siyasi istikrar arasındaki bağı vurguladı. Bu süreçte, Ankara’daki ABD Büyükelçiliği de Washington’a bir rapor göndererek Türkiye’nin ekonomik durumu nedeniyle yardım edilecek ülkeler listesine alınması gerektiğini iletti.

Türk Hükümeti’nin talebi üzerine konuyu yeniden değerlendiren Amerikan yetkilileri, Türkiye’ye yapılan askeri yardımın beklenen ekonomik sonuçları doğurmadığını fark ettiler. Ayrıca, hızla gelişen bir ekonominin Türkiye’nin askeri gücü ve iç düzeni açısından önemini kavradılar. Bu nedenle, Avrupa Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalanmadan önce Türkiye’nin Marshall Planı’na dahil edilmesine karar verdiler.

Marshall Planı çerçevesinde ABD’ye sunulan rapor, Kongre’de görüşüldü ve 3 Nisan 1948’de yardımın finansmanını sağlamak amacıyla Ekonomik İşbirliği Kanunu kabul edildi. Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’yi Marshall Planı’na dahil etme kararı aldıktan sonra, bu yardımlardan faydalanmak için 4 Temmuz 1948’de ABD ile Ekonomik İşbirliği Anlaşması imzalandı.

Bu aşamada bir sorun görünmese de, yönetimsel açıdan asıl sorun yardımların yönetimiyle ilgiliydi. Amerika, yardım paketinin yönetimini, yardım alacak ülkelere bırakmayı planlamıştı. Ancak Türkiye, bu yardımları yönetebilecek yeterli bir yönetim ekibine sahip olmadığından, yardımların yönetiminin Amerika tarafından yapılmasını talep etti ve bu talep kabul edildi. Sonuç olarak, Marshall yardımlarının yönetimi, Amerika’dan gelen bir yönetim ekibi tarafından gerçekleştirildi.

Türk yakın tarihinin en kritik dönemi 1913 ile 1923 yılları arasındadır. Bu süreç, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar uzanan bir dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde öne çıkan sorun, devlet yönetimindeki başarısızlıklar ve “kaht-ı rical” olarak adlandırılan, devleti yönetecek nitelikli kişilerin bulunamaması meselesidir. Ne yazık ki, Türk tarihinin bu önemli döneminde de benzer bir sorun yaşanmış; genç Türkiye, gelen yardımları yönetebilecek yeterli insan kaynağını bulamamıştır. Bu durum, 1923-1948 yılları arasında devlet yönetimi konusunda yeterli bir eğitim ve yetiştirme çalışmasının yapılmadığını göstermektedir. Osmanlı’nın sona ermesiyle birlikte Türk milleti, savaşlar ve sıkıntılarla dolu bir süreçte devlet yönetiminin önemini kavramış olsa da, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ülkeyi daha ileriye taşıyacak bir kadro oluşturulamamıştır. Yani, yönetim kurumsallaştırılamamıştır. Marshall Yardımı sürecindeki yönetimsel zafiyet, devlet yöneticisi yetiştirmede kurumsal bir yapı oluşturulamamasının bir sonucudur. Bu durum, gerekli derslerin çıkarılmadığını da göstermektedir. Osmanlı döneminde II. Murat zamanında ortaya çıkan kaht-ı rical durumu, 1948 yılına kadar devam etmiş ve sonrasında kronik bir hale gelmiştir.

Bir diğer önemli ders ise tarihi yeterince incelemediğimiz ve gerekli çıkarımları yapmadığımızdır. Devlet yönetimi tarihi açısından Türk tarihi, büyük bir hazine niteliğindedir. Bu hazineden gerektiği gibi faydalanabilirsek, bugünü daha iyi anlayabilir ve geleceğe ışık tutacak bilgilere sahip olabiliriz. Bu amaçla, Yönetim Tarihi Enstitüsü’nün acilen kurulması ve yönetim tarihi üzerine çalışmalar başlatması gerekmektedir. Yönetim Tarihi Enstitüsü, yönetim tarihine kurumsal bir kimlik kazandıracak ve devlet yönetiminde bir daha kaht-ı rical yaşanmaması için kalıcı bir çözüm sunacaktır. Devlet yönetimini kurumsallaştırmanın en önemli adımı, bu kurumsal yapıyı sağlayacak kurum ve kuruluşların oluşturulmasıdır.

Sonuç olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında zayıflayan Avrupa ülkelerinin yeniden kalkınması için acil bir müdahale gerekmekteydi. O dönemde dünya üzerindeki süper güç olan İngiltere, yardım yapamayacağını belirtince, bu görevi Amerika devraldı. Truman Doktrini ve Marshall Planı ile Avrupa’nın yeniden inşası hedeflendi. Ülkemiz, savaşa katılmadığı gerekçesiyle bu plandan kısmen faydalandı; ancak planın asıl hedeflerine ulaşamadı. Yardım kaynaklarının yönetiminin, ülkelerin kendi hükümetleri tarafından yapılması beklenirken, Türkiye’de bu alanda yeterli bilgi ve deneyim bulunmadığı için kalkınma planı oluşturulamadı ve kaynak yönetiminin Amerika tarafından gerçekleştirilmesi talep edildi. Bağımlılık teorisi, yardım eden ülkenin esas amacının, yardım alan ülkeyi kendisine bağımlı hale getirmek olduğunu özetler. Dört farklı kategoride yapılan yardımların yönetimi Amerika’ya devredildiğinde, bu durumun bizim de bağımlı hale geldiğimizi gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu örnek, yönetimdeki bilgi ve deneyim eksikliğimizi ve bu eksikliği giderecek bir kurum ya da kuruluşun yokluğunu açıkça ortaya koymaktadır.

 

 

 

Kaynak:

Türkiye-ABD İlişkilerinde Truman Doktrini ve Marshall Planı, Barış ERTEM

Marshall Yardımları ve Kaht-ı Rical
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!