Gustav II. Adolf, 1611 yılında tahta çıktığında henüz 16 yaşındadır. O dönem yoksul bir ülke olan İsveç’in ordusu da zayıftır, üstelik Rusya, Polonya ve Danimarka ile savaşmaktadır. Ama İsveç ulus devletinin kurucusu Gustav Vasa’nın torunu olan Gustav II. Adolf genç yaşına rağmen çok iyi eğitimli ve ileri görüşlüdür. İsveç’in idari yönetiminde önemli reformlar yapar.
Askeri dehasıyla da İsveç ordusunu kısa sürede modern, eğitimli ve profesyonel ordu haline getirir. Tam bir savaşçı kral olan Gustav II. Adolf ile İsveç ordusu ünlenir, yüreklere korku salar. “30 Yıl Savaşları” nda Protestan ülkelerin tarafında yer alarak Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun Katolik ordularına karşı savaşır ve Baltık Denizi’nin güney kıyılarında bugünkü Estonya ve Letonya’yı işgal eder.
Hedefi İsveç’in Avrupa’da büyük güç olarak siyasi ve dini dengelerde söz sahibi olması ve “Büyük İsveç” ülküsünü gerçekleştirmektir.
Yaptığı reformlar ve kazandığı askeri başarılar nedeniyle “kuzeyin aslanı” olarak anılan Gustav II. Adolf denizlere de hakim olmak ister. Donanmasını Baltık bölgesinin hatta belki de dünyanın en güçlü savaş gemileriyle taçlandırmak ister. 1625 yılında dört yeni kalyon yaptırmak üzere Hollandalı meşhur kalyon ustası Henrik Hybertsson ve ortağı Arendt de Groote ile bir anlaşma imzalar. Vasa bu dört gemiden biridir.
VASA DOĞUYOR
Gustav II. Adolf Vasa’nın inşaatı için Tre Kronor (Üç Taç) olarak bilinen sarayının karşı kıyısındaki tersaneyi seçer.
Skeppsgården ülkenin en büyük ve askeri açıdan en önemli tersanesidir. O zamanki Skeppsgården bugünkü Skeppsholmen adasının uç kısmında yer alır ama çok sonraları adanın o kısmı doldurularak karayla birleştirilir. Sonuçta bugün Stockholm şehir merkezine 15 dakika yürüyüş mesafesinde olan tersanede geminin inşaatı başlar. Burası sabahtan akşama kadar demircilerin, kerestecilerin, tahta oymacıların çalıştığı ve damı otlarla kaplı küçük kulübelerinde yaşadığı, sürekli mavnalarla ham madde taşınan bir bölgedir.
Aynı zamanda ayaklarında zincirlerle dolaşan mahkumların da en ağır işlerde çalıştırıldığı yerdir. Vasa’nın inşaatı başlar, iskeleti ortaya çıkar. Bu arada kalyon ustası Hollandalı Henrik hastalanır, onun yerine asistanı işin başına geçer. Yüzlerce işçinin çalıştığı gemi inşaatı tüm hızıyla devam eder. Kralın en yeni ve en güçlü gemisi tamamlandığında tam 69 metre uzunluğunda 50 metre yüksekliğinde 1.200 tonluk bir aslan yavrusu ortaya çıkar. Gemi 64 topu, 120 tonluk safrası ve yüzlerce heykeliyle göz kamaştırır ama geminin yapımına nezaret eden kaptan Söfring Hansson huzursuzdur. Gemi çok ağırdır ve denge sorunu vardır. Saraya gider, durumu donanmadan sorumlu Amiral Klas Fleming’e anlatır, tersaneye gelmesini ister. Amiral’e güvertedeki 30 adamının sağa sola koşmasıyla bile geminin sağa sola yalpaladığını gösterir.
Amiral geminin tersanede batacağından korkar ve denemeyi durdurur. Bir yandan kralın heyecanlı baskısı diğer yandan sorumluluk korkusuyla kaptan Hansson’a Vasa’yı bitirip suya indirmesini emreder. Birkaç ay sonra Vasa ilk yolculuğuna hazırdır.
VASA SUYA İNDİRİLİYOR
10 Ağustos 1628 günü binlerce Stockholmlu ve yabancı elçiler limana doluşur. Denizin üzeri bu muhteşem gemiyi yakından görmek isteyen küçük sandallarla doludur. “Büyük İsveç” adına Polonya’yı topa tutacak dev kalyon suya indirilir. Hava rüzgarlıdır. 10 yelkenden 4’ü açılır. Vasa top atışlarıyla kralı ve kıyıda toplananları selamlar. Top kapakçıkları açıktır. Yaklaşık 15 dakika suda kalan Vasa tersaneden henüz 1.300 metre kadar uzaklaşmıştır ki ters bir rüzgarla yana yatar ama doğrulur, ardından gelen ikinci rüzgarla tekrar yana yatar ama açık top deliklerinden gemiye su doluşmaya başlamıştır bile. Vasa bu defa doğrulamaz. Binlerce kişinin gözleri önünde müthiş bir panik ortamında birkaç dakika içerisinde gözden kaybolur. 100 kişilik mürettebatından 30’u da gemiyle birlikte 32 metre derinliğe gömülürken direkleri hala suyun üzerinde görülmektedir.
TARİHİN EN BÜYÜK FİYASKOLARINDAN BİRİ
Bu müthiş fiyaskonun sorumlusunu bulmak üzere hemen bir soruşturma başlatılır. Kaptan suçsuz olduğunu belirtir, inşaatı yapanları suçlar. Gemiyi inşa eden işçiler kralın da onayladığı çizimlere sadık kaldıklarını söyler. Uzmanlar ise geminin gövdesinin küçük olduğunu ve bu yüzden ağırlığı taşıyamadığını iddia ederler. Gemi mimarı Hollandalı Henrik Hybertsson günah keçisi ilan edilir ama o da bir yıl önce hastalanıp öldüğü için kendini savunamaz. Cezalandırılacak kimse bulunamadığı için de dosya kapatılır.
BATIK ARAMA ÇALIŞMALARI
Batık gemi yıllarca çıkarılmaya çalışılır. 1600 yıllarının sonuna doğru dalgıç çanıyla dalmayı başaran Albrecht von Treleben ve Andreas Peckell, bu muhteşem ama şansız geminin bazı toplarını çıkarmayı başarır ve yurtdışında satar. 1920 yıllarında ise iki İsveçli mobilya imalatında kullanmak üzere gemiyi patlatma izni ister ama yetkililer bu isteği reddeder. Yıllar geçer, arşivleri inceleyerek geminin battığı yeri tespit etmeye çalışanlardan, akıntıyla yıllar içinde ne kadar sürüklenebileceğini hesaplayanlara, şansını küçük tekneleriyle olta sallayarak arayanlardan, karanlık sulara dalış yapanlara derken 1956 yılında deniz mühendisi Anders Franzén, Beckholmen adasının yakınında, deniz dibini taramaya çalışırken uzun yıllar denizde kaldığı belli olan küçük bir parça meşe kerestesi teknesinin pervanesine takılır.
20 metre ilerde bir parça daha bulur. Franzén denizin dibinde büyük ahşap bir şey olduğuna ve bunun Vasa’nın enkazı olduğuna emindir. Hemen Deniz Kuvvetleri’ne gider ve onları dalış yapmaları için ikna eder. Daha ilk dalışlarda Vasa’nın devasa ahşap gövdesi bir duvar gibi karşılarına çıkar.
SOĞUK SU VE LAĞIM ATIKLARININ HİKMETİ
Şanssız Vasa’nın en büyük şansı tuz yoğunluğu az Baltık suyu, suyun soğukluğu ve Stockholm limanına akıtılan lağım atıkları olur! Atıklar nedeniyle suyun oksijeni yok olur, balıklar ve kabuklu deniz hayvanları yaşama şanslarını kaybeder ama Vasa denizin dibinde bozulmadan kalır. Gemi bulunur, yüzeye çıkarılması için farklı fikirler ortaya atılır. Kalyonu masa tenisi toplarıyla doldurarak yukarı çıkarmak, bulunduğu yerde tümüyle dondurarak bir buz kütlesi haline getirerek çıkarmak gibi birçok öneri gelir. Sonuçta en bilinen ve denemiş yöntem seçilir.
Gemi çelik halatlar ve dubalarla çıkarılacaktır. Üstelik bir seferde değil etaplar halinde ve yavaş yavaş yukarı çekilirken ileri de kaydırılarak çıkarılacaktır. 1958 Eylül’ünde ilk top yüzlerce izleyicinin gözleri önünde çıkarılır. Tüm dünyada sansasyonel bir haber olur. Nisan 1961’de Vasa 333 yıl süren uykusundan uyandırılır ve yüzeye çıkarılır. 1628 yılından kalan ve parçaları birleştirildiğinde tümüyle ortaya çıkan kalyon büyük ilgi çeker. Geminin korunması için hemen ona özel Wasa tersanesi inşa edilir.
Geminin halkın ziyaretine açılışını Vasa’nın iki topunun atışları süsler. Daha ilk yıl 439.300 kişi bu muhteşem kalyonu görmeye gelir.
Ancak İsveç yöneticileri için mesele sadece Vasa’yı halka göstermek değil, gelecek nesillere önemli bir kültür değeri olarak en uygun şekilde bırakabilmektir. 333 yıl denizin dibinde balçık içerisinde kalmış ahşabın korunması için arkeologlar, denizciler, konservatörler gibi birçok alandan bilim insanları bilgilerini birleştirir. 1979 yılında sudan çıkan ahşabın kuruyarak çatlamasından doğacak zararları engellemek ve 1628 yılından kalan bu gemiyi yaşatmak için tüm gemiyi poli etilen glikol (PEG) kullanarak korumaya alırlar.
17 yıl boyunca kalyonda taşınabilir ne varsa her gün varillerde PEG’e yatırılır. Kalyonun kendisi de her gün 500 farklı ağızdan PEG püskürtülerek korunur. 17 yıl sonunda Vasa tamamen kurumuştur.
VASA MÜZESİ
Vasa’ya gösterilen ilgi o kadar yoğundur ki 1981 yılında yeni bir yer yapılmasına karar verilir ve mimari proje yarışması düzenlenir. Tüm kuzey ülkelerinden gelen 384 proje arasından İsveçli bir firma yarışmayı kazanır. 1990’da yine eski bir tersane bölgesi olan Galärvarvet’de Vasa Müzesi resmen açılır. Müzenin sadece mimarisi değil, iç ısısı da bu dev kalyona göre 18-19 dereceye ayarlanır.
Vasa’nın paslanan 4.000 demir cıvatası yeni, hafif ve çevreye daha az zararlı cıvatalarla değiştirilir. Bu çalışmayla Vasa 8 ton hafifler. Gemi çıkartıldıktan sonra gemide bulunan ve 11 denizciye ait iskelet kısa bir araştırmanın arkasından gömülür. 1989’da bu mezarlar açılır.
Kemik ve doku uzmanı bilim insanları (osteologlar) ve arkeologlar yeni teknolojilerle bu kemiklerin sahiplerini araştırır, o insanların 1628’deki yaşamlarını, hastalıklarını, beslenmelerini ortaya çıkarır.
Bugün o insanların birçoğu yüzleri de tespit edilmiş olarak Vasa müzesinde sergilenmektedir. Müzeyi ziyaret edenler Vasa ile birlikte denizin dibini boylayan bu insanlarla da tanışabilir. Doğrusu müzeyi gezerken öncelikle yüzde 98’i tamamen orijinal olan 1628 yılından kalma bu müthiş kalyonu hayranlıkla seyrettik. Vasa’nın inşaatından batışına, denizde yerinin keşfine, denizden çıkarılışına, tersaneye alınışına, yeni müze binasına taşınmasına, korunmasına kadar farklı aşamaları sergiler ve filmler halinde o kadar pedagojik bir şekilde anlatılmış ki imrendik. Dalgıçların giysileri incelemek, dalgıçlık üzerine genel bilgi edinmek, o dönemin yaşantısını görmek mümkün.
Kısacası müzeye girip sadece kalyonu görüp çıkmak yerine sanki bir okulu da ziyaret etmiş gibi olduk. Vasa Baltık’ın en güçlü gemisi olamamış ama bugün ihtişamıyla göz kamaştıran bir gemi olmuş. Vasa Müzesi dünyanın en çok ziyaret edilen müzeleri listesinde 9. sırada olmakla övünüyor. 1961’den bu yana tam 40 milyon kişi ziyaret etmiş bu şansızlığını şansa çeviren dev kalyonu.
Çocukluğumdan beri Deniz Müzesi’ni her gezişimde gözlerim Akdeniz’i Türk gölüne çeviren kalyonlardan birini arardı, aslında bir kalyonun ne kadar büyük olabileceğini dahi kavramadan. Şimdi gördüm, biliyorum ve denizlerimizin dibinde olduğu söylenen o batık kalyonlardan birinin günün birinde tıpkı Vasa gibi sergilenmesini düşlüyorum. Bu arada İsveç’in ünlü silah üreticisi Bofors’u da unutmamalı.
Bofors 2013 yılında, Vasa’nın sudan çıkarılan toplarının birebir kopyasını yapar. Bir yıl sonra da Bofors Test Merkezi’nde deneme atışları gerçekleştirir ve Vasa’nın toplarının tahminlerin üzerinde etkili olduğu görülür. Topun güllelerinin düşman gemisini parçalamaya yetecek kapasitede olduğu ve güllenin topun ağzından fırladıktan sonra sesten çok daha fazla hız yaptığı ortaya çıkar.
Yakında bir savaş bölgesinde Bofors üretimi yüksek teknolojik Vasa silahları ele geçirilirse hiç şaşırmam. Bir başka yazıda buluşmak üzere…
İlgili İsveç tarihinin en büyük fiyaskolarından Vasa kalyonunun dramı haberiyle ilgili sizde görüşlerinizi yazarak gündeme dahil olabilirsiniz.