Evlilik Nedir.
Teşbihte, hata olmaz derler. Bu akşam, bir iki benzetmeden yararlanarak sizlere seslenmek istiyorum.
Malûmdur ki,
1. Her “Şirket” in “Kurucuları” tarafından hazırlanmış bir “kuruluş projesi”, önceden hazırlanmış kuralları vardır. Bu kuralların, o kuruluş mensupları tarafından bilinmesi en tabii haklarıdır.
2. Her “Şirket, belli amaç ve hedefler doğrultusunda programlanır.
3. Ve orada düzenli bir işbölümü yapılır, her görev için kendi kategorisinde uzmanlaşmış
4. Akitler, sözleşmeler yapılır.
5. Buralarda çeşitli kademelere göre vazifeli menajerler, periyodik toplantılar yaparak sürekli eğitim verir, moral ve iletişimi sağlar, motivasyonu diri tutarlar.
Ve, tüm bu düzenleyici tedbirlerin planlı ve programlı işlemesi ile “şirketler” büyür, güçlenir”. Aksi olduğunda ise sonuç, maalesef ‘iflâs’ tır.
“Evlilik” bu da iki kişinin kurduğu, bir şirket değil midir sizce de? O halde şimdi, bu kuruluşa sizlerle birlikte bir göz atalım ve yukarda maddeleştirdiğimiz başlıkları bir de “Evlilik Müessesesi” bazında inceleyelim.
1. Burada, söz konusu olan “Gelin” ve “Damat” adayları olduğuna göre, ta…işin başında iken böyle bir çalışmaları olmuş mudur?
2. Amaçlar ve hedefler belirlenmiş ve taraflarca onaylanmış mıdır?
3. Görev bölümü yapılmış mıdır? Kurucu üyelerden “Evin hanımı” ve “Evin beyi” kendi kategorilerinde eğitim alarak “Aile içinde” ki yerlerini almaya yeterli hale gelmişler midir? (Konu ile ilgili eğitim veren “Ana- Baba Okulları’nın varlığı malumunuzdur). Bu konu, olası tartışmaların odağında olduğu için üzerinde biraz duralım isterseniz. Hepimizin bildiği gibi, “Görev de başarı”, temelindeki “Görev sevgisi” ile doğru orantılı bir olgudur.
4. Sevilmeden yapılan görev, yorgunlukların, bıkkınlıkların, moral ve çeşitli davranış bozukluklarının ve “sıkı çatışmalar” ın en etkili nedenlerinden biri, belki ilk sırayı kapanıdır.
Aile içindeki önemli fonksiyonlarını küçümseyen, bunları bir “Erdem” değil de kendini “Aşağılayıcı” bir unsur olarak kabul eden zihniyetler, zevkle yapılması gereken nice aktiviteyi “Haysiyet kırıcı” nitelikte algılama yanılgısına düşerler.
5. Sözleşmeler, her toplumda süreç içindeki uzlaşmayı sağlayan vazgeçilmez bir unsurdur. Sözleşmeler “Önem” taşır. Sözleşmelerin altına atılan imzalarsa “Özel” ve “Önemli” dir. İmzasını önemsemeyen bir kişinin her şeyden önce kendisine olan saygısından şüphe edilir.
6. “Eşler bir ömür boyu sürmesi arzu edilen ve hedeflenen beraberlikleri boyunca bir birlerini “Müessese” nin bekası konusunda “Motive” etmeye hazır ve yetenekli midir?
7. Düşüncelerinin derinliklerinde yatan asıl gaye, “Müessese” nin büyümesi ve güçlenmesi midir yoksa, iflası mıdır.?………{Şayet, “Evlilik” şahsi “Ego” larımız bir kenara itilebilir ve pozitif bir perspektiften incelenebilirse, olası problem ve çatışmaların büyük bir bölümü önlenebilir.} diye düşünmek acaba biraz “Hayalperestlik” mi olur. Ne dersiniz?
Benim fikrimi sorarsanız; “Kadın” toplum hayatında “Şefkat, Sevgi dolu bir yürek, Kendine has Yetenek ve Cazibe, biraz da Kurnazlık” gibi ayrıcalıkları, “Erkek”ise “Güç, Kuvvet ve İrade” gibi cinsine has özellikleri simgeleyen varlıklardır. Bazı bakış açıları, zıddını da savunsalar, uygulamalara bakıldığında bu savunmaların “Eşyanın tabiatına aykırı” bir tez olduğu hemen fark edilmektedir. Biz hanımlara, kabullenmesi zor da gelse, “Evlilik Müessese lerinde ki iflaslar bu realiteyi doğrular mahiyette gibi görünüyor. Şu anda zihnimde, yıllar öncesine ait bir tablo canlandı. Canınız sıkılmadıysa bir de o tabloya bakalım. Kim bilir…Belki en güzel çözüm bu tabloda gizlidir…
Lise yıllarımdı….En çok sevdiğimiz “Kimya” dersinde hocamız bir deney yapmak üzere sınıfı laboratuvarda beklediğini bildirdi. Kimya deneyleri bizi oldukça heyecanlandırır, sevindirirdi. Bu duygularla çağrıldığımız yere gittik. Hocamız, potanın başında bizi bekliyordu. Bir elinde “Demir” tozlarının olduğu kavanoz, diğer elinde de “Kükürt” vardı. Hepimiz yerimize oturduktan sonra hocamız, demir tozlarından bir ölçek alarak potaya attı. Ardından da bir o kadar kükürt ilave etti. İki kütleyi birbirine iyice karıştırdı ve,
-İşte çocuklar bu iki madde “Özelliklerini hiç kaybetmeden birbirine karıştılar fakat bu karışım her an ayrışmaya istidatlıdır.” dedi ve sonra eline aldığı bir mıknatısı karışıma yaklaştırdı. Tabidir ki mıknatısın cazibesine kapılan “Demir” tozları, pota’ da yalnız kalacak olan Kükürt’ü hiç düşünmeden mıknatısa doğru koşmaya başladılar…
Hocamız, bu defa mıknatısın üzerinde biriken vefasız “Demir” tozlarını, tekrar “Kükürt” ün bulunduğu potaya ilave etti. Bu sefer potanın altındaki alevi tutuşturdu. Yavaş, yavaş “Güç ve Kuvvet simgesi olan Demir” ve “Yumuşak ve Uysal Kükürt” kendilerini önce ısıtan sonrada kavuran alevin etkisiyle birbirlerine sarılarak aynı “Pota” da erimeye başladılar. Daha sonra alevin sıcaklığından hoşlandılar, biraz daha birbirlerine sarıldılar. Artık problem bitmişti. “Demir” artık demir değil, “Kükürt” de artık kükürt değildi. Onlar, artık kendilerini ısıtan hatta kavuran alevin sadece ahengini görüyor ve hallerinden, hiç de şikayet etmiyorlardı.
Artık onlar, kendilerini buluşturan “Ateşin”in etkisiyle aynı potada erimiş “Sentez” den başka bir şey değillerdi…
Artık “Demir” ve “Kükürt” bambaşka bir yapı kazanmış, “demir sülfür” olmuştu. İşte bu, “Tam bir başarıydı”. “Müessese” büyümüş, güçlenmiş, “İflas” tan kurtulmuştu. Onları böyle ‘BEN’ likten sıyırıp “BİZ” yapan, aşk gibi, sevgi gibi yakıcı bir ateşin sıcaklığıydı.