EN ACİL İHTİYACIMIZ

YIMG_139AEA-AE3087-0475BF-B1A48D-FC7CC0-D3F590-7

Cumhurbaşkanımıza sıkça yakıştırılan bir özellik var: Kabadayılık. Nereden çıkıyor bu? Önce, doğduğu yerden.

Bilirsiniz, her şeyin sentetikleşmediği yıllarda çoğu semt bir şeyiyle ünlüydü: Yoğurdu, salatalığı, çileği vesaire. Kasımpaşa da kabadayılarının bolluğuyla ün salmıştı.

Erdoğan’a o unvanı yakıştıranların öne sürdükleri ikinci neden “sert” olması, “sert” konuşması.

Konuya açıklık getirmek için tersten bakalım: “Erdoğan ne değil?”

Külhanbeyi değil.

    ***

Fetihten sonra İstanbul’da yapılan ilk Türk hamamının orta yerinde, zemin altında, külhan denilen bir yatay ocak vardı. Üstünde de su dolu bir kocaman kazan bulunurdu. İşsiz güçsüz, evsiz kimsesizler soğuktan korunmak için orada yatarlardı.

Yanlarına, zemin altına inmek zor olduğu için hamamcıların kendilerine pek karışmamasından şımararak edepsizlendiler, müşterilere laf atarak sataşmaya başladılar. Başına buyruk davranışlarına bakılarak onlara alay yollu “külhan beyi” denildi. Zamanla iki sözcük birleşti, bir de “külhanbeyi ağzı” oluştu. 

Huyları gitgide kötüleşti. Sokağa çıktıklarında, ocak küllerine belenmiş hırpani kılıklarına bakanların hemen kenara çekildiğini görünce keyiflenir, büsbütün üstlerine varırlardı. Güçlü görünüşlü kişiler karşısındaki tutumları ise bambaşkaydı. “Allah selamet versin Bey Amca, ver elini öpeyim abicim” diye yaltaklanarak yaranmaya bakarlardı.

Giderek azıtıp düpedüz zorbalığa özendiler, diş geçirebildiklerinden ve esnaftan haraç ister oldular. Sabır taşınca, On Dokuzuncu Yüzyılın son çeyreğinde başlayan bir “vaka-yı hayriye” tepkisiyle tasfiye edilip silindiler tarihten.

Tipik kabadayının çizgisi ise tam karşıt yöndeydi. Edebin hasmı değil, savunucusuydu. Onu unutanın karşısında sertleşir, küstahları mahalleden defederdi. Zayıfları korur, güçlünün karşısında pısmazdı. 

    ***

Şimdi mahalle baskılarına aldırmadan, somut gerçeklere dayanarak karar verin lütfen: Erdoğan kabadayıya mı daha yakın, külhanbeyine mi? 

Hangi gücün karşısında pıstı? Nota üstüne nota yağdıran omzu kalabalıkların mı? Yozlaşmış “yüksek” yargının mı? Obama’nın mı, Putin’in mi, İsrail yiğitlerinin mi? Tanklı, toplu, helikopterli, jetli 15 Temmuz itlerinin mi? 

Derdim Erdoğan’a avukatlık yapmak değil. Ne benim ona ihtiyacım var, ne onun benim mikroskobik desteğime. Ama yıllardır akıllar öylesine karışık, vicdanlar öylesine kör ki, eğer artık doğrulara dayalı ortak çizgide birleşeceksek herkesin gördüğü ve düşündüğünü tartışmaya tastamam açması şart.

Biliyorum, bu kadarcık mantık davetine bile ateş (pislik?) püskürenler çıkacak. “Avantaların için işte bal gibi avukatlık ediyorsun iktidara” buyuracaklar. Ben de işte sormak zorundayım: Hangi avantalarım? Çok şükür bu yaşımda Azrail’le vals yaparken tedavimin ve üç çocuğumun giderlerini karşılamakta zorlanmaktayım. Kanıt soran olursa, banka ve kart dekontları, hukuk bürolarının “cebren tahsil” mesajları için gazetemizin pür gayret yönetmeni Okan Sarıkaya’ya müracaat lütfen…

Yarabbi, ne garip ülke olmaktayız! Sızıldanmaktan hiç hoşlanmam. Ama bakın tek yazı  içinde nereden nereye gelmişiz. 

Yine de yakın, orta, uzun vadeli geleceğimiz konusunda iyimserim. Birbirimize karşı biraz daha insan olalım, yeter.

Refik ERDURAN 07 Eki 2016

Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik‘te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.

Yeni Birlik Gazetesi’ni Gazete Bayilerinden Temin Edebilirsiniz.

Exit mobile version