Küreselleşme ile beraber dünya ekonomisi hızla büyüyor, ancak bu büyüme her kesime eşit oranda fayda sağlamıyor. Ekonomik eşitsizlik, gelir dağılımında adaletsizlik, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum gibi sorunlar, dünya çapında çok daha karmaşık hale geliyor. Küresel ticaret, ekonomilere büyük fırsatlar sunarken, aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayamayan bir sistem yaratabiliyor. Bu durum, ülkeler arasında yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik ve sosyal çatışmaları da tetikliyor.
Ekonomik eşitsizliğin bu kadar derinleşmesinin nedenlerini anlamak için küresel ticaretin yapısına, kalkınma stratejilerine ve ülkelerin büyüme politikalarına daha yakından bakmak gerekiyor. Ancak, kalkınmanın desteklenmesi için atılacak adımlar da basit ve tek taraflı çözümlerle gerçekleşmiyor; sürdürülebilir, kapsayıcı ve adil bir ticaret sistemine ulaşmak için köklü değişimlerin yapılması şart. Küresel ticaret, dünyanın dört bir yanındaki ülkeleri ve pazarları birbirine bağlayarak ekonomik büyümeyi teşvik ediyor. Ancak bu büyüme, gelir ve refah dağılımında ciddi bir denge sağlamaktan uzak. Uluslararası ticaret anlaşmaları ve çok uluslu şirketlerin faaliyetleri, yüksek gelirli ülkelerin ve bu ülkelerdeki büyük sermaye sahiplerinin lehine çalışırken, çoğu zaman gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini olumsuz etkileyebiliyor.
Birçok gelişmekte olan ülke, küresel değer zincirinde üretim yaparken daha çok düşük katma değerli işlerde yer alıyor. Örneğin, tekstil veya tarım gibi sektörlerde çalışan ülkeler, bu ürünleri düşük fiyatlarla ihraç edip, daha sonra yüksek fiyatlı teknolojik ürünleri ithal etmek zorunda kalıyor. Bu döngü, yalnızca düşük gelirli ülkelerin ticaret dengesini zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda bu ülkelerin sermaye birikimi yapmasını ve sanayi teknolojisini geliştirmesini de zorlaştırıyor. Böylelikle, gelişmekte olan ülkeler küresel ekonomide yalnızca ucuz işgücü kaynağı olarak yer alıyor ve daha yüksek gelirli ülkelere bağımlı hale geliyor. Gelişmiş ülkeler, çoğunlukla kendi ekonomik çıkarlarını korumak için bazı korumacı politikalar uygular. Tarım sektörüne verilen sübvansiyonlar ve ithalat kotaları gibi uygulamalar, gelişmekte olan ülkelerin dünya pazarında rekabet etmelerini zorlaştırır. Örneğin, ABD ve Avrupa Birliği, kendi çiftçilerini desteklemek için büyük ölçüde tarımsal sübvansiyon sağlar. Bu durum, Afrika ve Güneydoğu Asya’daki çiftçilerin ürünlerini küresel pazarda rekabetçi fiyatlarla satmalarını zorlaştırır. Yerel tarım sektörü bu rekabet baskısına dayanamayınca, pek çok insan geçim kaynağını kaybeder ve yoksulluk artar.
Bu korumacı politikalar, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki kırılgan sektörleri olumsuz etkileyerek ekonomik eşitsizliği derinleştirir. Korumacı ticaret politikaları yalnızca tarım sektörünü değil, aynı zamanda sanayi ve hizmet sektörlerini de etkileyebilir. Bu politikalar sonucunda ortaya çıkan ticaret engelleri, gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret gelirlerini düşürerek kalkınmalarını sınırlayabilir. Dijitalleşme ve teknolojinin hızla ilerlemesi, küresel ekonomiyi şekillendirmede önemli bir rol oynuyor. Ancak bu gelişmeler, dünya genelinde eşit şekilde yayılmadığından, dijital uçurum büyüyor. Gelişmiş ülkeler, dijital teknoloji, yapay zeka, biyoteknoloji ve diğer yenilikçi sektörlerde liderliği ele alırken, gelişmekte olan ülkeler bu teknolojilere ulaşmakta zorlanıyor. Teknolojik eksiklikler, bu ülkelerin küresel pazarda düşük katma değerli işlerde sıkışıp kalmasına neden oluyor. Sonuç olarak, dijital ekonomiye erişemeyen ülkeler ve bu ülkelerde yaşayan insanlar, ekonomik olarak daha da geri kalıyor.
Dijital uçurum, aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerdeki genç nüfus için yeni iş olanaklarını da sınırlıyor. Örneğin, birçok gelişmekte olan ülke, internet altyapısı, dijital eğitim ve teknolojiye erişim konusunda yetersiz durumda. Bu durum, genç işsizliği artırırken, bilgiye ve teknolojiye dayalı sektörlerde çalışabilecek insan gücü eksikliği yaratıyor.
Ekonomik eşitsizliğin üstesinden gelmek için küresel ticaretin yapısını yeniden şekillendirecek bazı adımlar atmak gerekiyor. Bu adımlar, yalnızca gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini korumakla kalmayacak, aynı zamanda daha adil bir gelir dağılımına katkı sağlayacak. İşte bu noktada atılabilecek bazı stratejik adımlar:
Adil Ticaret Anlaşmalarının Teşvik Edilmesi: Küresel ticaret anlaşmalarında gelişmekte olan ülkelerin lehine reformlar yapılması, bu ülkelerin yerel sanayilerini ve ekonomilerini destekleyebilir. Bu, düşük gelirli ülkelerin yüksek katma değerli sektörlere geçiş yapmasını sağlayabilir. Ayrıca, yerel üreticilerin ve işçilerin haklarını koruyan ve adil ücret uygulamalarını teşvik eden adil ticaret anlaşmaları, ticaretin sosyal etkilerini iyileştirebilir.
Yerel Üretim ve Teknolojiye Yatırım: Gelişmekte olan ülkeler, yabancı sermaye çekmenin yanı sıra, yerel girişimcileri destekleyerek kendi sanayilerini güçlendirebilir. Eğitim ve teknolojik altyapıya yapılacak yatırımlar, genç nüfusun daha nitelikli işlerde istihdam edilmesini sağlayabilir. Bu sayede ülkeler, küresel değer zincirlerinde daha yüksek katma değerli işlerde yer alarak ekonomilerini güçlendirebilir.
Küresel Vergilendirme ve Mali Reformlar: Küresel şirketlerin vergilendirilmesi, ekonomik eşitsizliklerin azaltılması adına kritik bir adım olabilir. Çok uluslu şirketlerin düşük vergi oranlarına sahip ülkelere taşınarak vergi kaçırma uygulamalarına karşı etkin bir küresel vergi politikası geliştirilmesi, gelişmekte olan ülkeler için önemli bir kaynak sağlayabilir.
Yeşil Ekonomi ve Sürdürülebilir Kalkınma Politikaları: Doğal kaynakları koruma odaklı sürdürülebilir kalkınma politikaları, gelişmekte olan ülkeler için yeni ekonomik fırsatlar yaratabilir. Yenilenebilir enerji, sürdürülebilir tarım ve çevre dostu turizm gibi sektörlerde yapılacak yatırımlar, ekonomik kalkınmayı çevreye zarar vermeden destekleyebilir.
Sosyal Politikaların Güçlendirilmesi: Hükümetlerin sosyal güvenlik ağlarını güçlendirmesi ve düşük gelirli kesimlere yönelik destek programları oluşturması, eşitsizliklerin etkisini hafifletebilir. Eğitim, sağlık ve sosyal yardımlar gibi alanlara yapılacak yatırımlar, uzun vadede daha eşit bir toplum yaratmaya katkı sağlayabilir.
Ekonomik eşitsizlik, dünya genelinde toplumsal huzuru ve sosyal adaleti tehdit eden ciddi bir sorundur. Küresel ticaret ve kalkınma politikaları, yalnızca ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda bu büyümenin nasıl dağıtılacağını da gözetmelidir. Günümüzün küresel ekonomisinde sürdürülebilir kalkınma ancak eşitlikçi, kapsayıcı ve çevre dostu politikalarla sağlanabilir. Daha dengeli ve adil bir küresel düzenin inşası için toplumlar, hükümetler ve şirketler arasında iş birliği şarttır. Dünya genelinde gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmak, sosyal adaletin tesis edilmesine katkı sağlar ve daha barışçıl bir dünya yaratır. Kapsayıcı bir kalkınma modeli benimsenmezse, ekonomik dengesizlikler, gelecekte daha büyük sosyal ve politik sorunlara yol açacaktır.
Daha adil, sürdürülebilir ve paylaşımcı bir dünya düzenine ulaşmak ise her şeyden önce küresel ticaretin ve ekonomik sistemin kapsamlı bir dönüşüm geçirmesini gerektirir.