Ünlü Fransız Anayasa hukukçusu Maurice Duverger, İngiltere’de yasama ve yürütmenin kaynaşma içerisinde olmasına rağmen demokratik sistemin nasıl etkin ve istikrarlı şekilde işlediğini açıklarken, yargının bağımsızlığını göz ardı edersek eksik bir değerlendirme yapmış olacağımızı belirtiyor ve sistemin işleyişinde yargı mensuplarının rolünü şöyle açıklıyor:
“Herkesten saygı gören, para durumu çok iyi, karmaşık bir terfi mekanizmasının kaygılarından ve bağlarından kurtulmuş, özerkliğinin bilincine varmış ve bundan gurur duyan İngiliz yargıcı, Britanya yasalarının ve özgürlüklerinin gerçek güvencesidir.”
Demokratik, eşitlikçi ve adil bir sistem; ancak ve ancak yasama-yargı-yürütme güçlerinden herhangi birinin, bir diğerinin üzerinde baskı kuramaması ile mümkündür.
Kuvvetler ayrılığı, özgürlüklerin korunması amacıyla devlet gücünün sınırlanması gerektiği düşüncesinden yola çıkmakta ve devletteki üç kuvvetin farklı organlar tarafından kullanılmasını öngörmektedir. Böylece kuvvet, kuvveti sınırlayacak; dolayısıyla, kuvvetin kötüye kullanımı söz konusu olmayacaktır.
Hukuk devletinin vazgeçilmezi olan kuvvetler ayrılığını, “çok başlılık” ya da yürütme dışındaki erklerin gücünü kullanması durumunda “devlete bir başkaldırı” olarak nitelemek elbette ki doğru değildir.
Erklerin yetkilerinin tek bir elde olduğu durumlarda, devlet yönetimi tekelleşmeye başlar, denge-fren mekanizması ortadan kalkar ve devlet yalnızca ‘belli’ topluluklara ve ‘belli’ kurumlara hizmet eder bir hal alır. Bu da, tekelleşen devletin çıkarları dışında hiçbir hareketin yapılamayacağı anlamına gelir ki, böyle bir halde bireyler devlet karşısında haklarını savunamaz.
Her üç kuvvetin de tek elde toplanması durumunda, bu kuvvetlere sahip olan kişi, istediği gibi yasa yapacak, kendi yaptığı yasaları uygulayacak ve bu yasalara uymadığını iddia ettiği kişileri yargılayacak demektir. Böylelikle de sınırsız bir güç söz konusu olacaktır.
Bu ortamda ise, tekelleşen devlet kendi ideolojisi dışındaki her fikri ve davranışı baskılayacaktır. Özetle, hukukun üstünlüğü ve özgürlükler var olamayacaktır.
Bu üç erk içerisinde ise, temel hak ve özgürlüklerin gerçek güvencesi yargının diğer kuvvetlerden ayrılması, İngiltere örneğinde olduğu gibi, özellikle önem arz eder.
Son günlerde şaşkınlıkla izlediğimiz iktidar ve Danıştay arasında yaşananlarla ile ilgili üç şeyi vurgulamakta fayda var:
İlk olarak… İdarenin her türlü eylem ve işlemleri, Anayasa uyarınca, yargı denetimine tâbidir. Son günlerde Danıştay’ın andımız kararı, Anayasa’da yer alan bu görevin yerine getirilmesidir. Bu kararın, mahkemelerin idare yerine geçerek karar oluşturması manasına gelen “yerindelik denetimi” olarak nitelendirilmesi kesinlikle yanlıştır.
İkinci olarak, Anayasamızın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesi şöyle der: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
HSK yapılanmasındaki yürütmenin üstün yetkisi, yürütmenin eleştirilerinin yargıyı etkileyebileceği hususunda haklı bir kanaat oluşturmaktadır. Bu da yargının halk nezdinde güvenini iyiden iyiye kaybetmesine neden olmaktadır.
Son olarak, Danıştay’ın bu duruma düşmesinde şu zamana kadar yaptığı davranışların, yürütme ile kaynaşmış tutumunun payı yadsınamaz.
Temennimiz, 150 yıllık mazisi olan Danıştay’ın son yaşananlardan hareketle farkına vardıklarıyla, yeniden halkın saygısını kazanması…
***
Günün Sözü
“Her hangi bir zamanda kanun yapmaya gücü olanlar devletin en daimi amaçlarını ifade eden genel kurallara tabi olmadığı sürece özgürlüğü korumak çok zordur.” Arthur Shenfield
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.