ABD, son 30 yıldır rezerv para sistemine sahip olmanın getirdiği rahatlıkla borç tabanlı bir ekonomik model benimsemiş ve günümüzde toplam borcu 34 trilyon dolara ulaşmıştır. Avrupa Birliği (AB) ve Çin eksenine değinmeden, ABD’nin artık serbest piyasa ekonomisine eskisi kadar izin vermediğini söyleyebilirim. Biden yönetimi, birçok Amerikan şirketinin Çin ile ticaret yapmasını engellemiştir. Bu tutum, Biden’dan önce de Macar asıllı Amerikalı milyarder Soros tarafından dile getirilmişti. 2019 yılında Soros, BlackRock’ın Çin ile ticaretini eleştirmiş ve 2024 yılı içinde Çin ile ticaret anlaşması yapan şirketleri hedef alarak hükümete uyarılarda bulunmuştu. Bunun üzerine ABD hükümeti, “ABD’nin güvenliğini ve bağımsızlığını koruma” gerekçesiyle bazı şirketlerin ticaret anlaşmalarını feshetmeye ve müdahale etmeye başlamıştır.
ABD’nin yeni başkanı Trump’ın ise bu politikadan farklı bir yol izlemesi beklenmiyor. Nitekim, 2016 yılında seçimi kazandığında söylediği “Küreselcilik bitmiştir” sözü, küreselleşme karşıtı politikalar izleyeceğinin açık bir göstergesiydi.
AB’nin en güçlü ülkesi Almanya’da ise aşırı sağın yükselişi dikkat çekiyor. Eğer aşırı sağ iktidara gelirse, artık AB’yi sırtlarında taşımak istemedikleri oldukça açık. Alman ekonomisi, zor durumdaki AB ülkelerine sağladığı mali yardımları AfD’nin iktidara gelmesiyle kesebilir ve ulusal merkezli bir yapıya geçiş yapabilir. Almanya’nın AB’den ayrılması ise Birliğin fiilen çökmesi anlamına gelir.
Öte yandan, Çin artık sadece ucuz iş gücü ve düşük maliyetli üretim sağlayan bir küresel imalat merkezi değil. Yapay zeka, telekomünikasyon, yenilenebilir enerji (rüzgar ve güneş dahil), elektrikli araçlar ve uzay teknolojileri gibi birçok alanda ABD ve AB’yi geride bırakmış durumda. Japonya ise bu yarışta oldukça geride kalmış görünüyor. Çin, yalnızca dünya ticaretinin en önemli oyuncularından biri olmakla kalmayıp, dış yatırım ve teknoloji transferinde de lider konumda bulunuyor.
Bu nedenle, önümüzdeki dönemde küreselcilik yerine ulusal merkezli bir yapı hakim olacaktır. Bu geçiş sürecinde ABD, doları reel bazda değer kaybettirecek; altın ve gıda fiyatları karşısında dolar değer yitirecek ancak Çin Yuanı ve Euro karşısında gücünü koruyacaktır. Dolar cinsinden fiyatlanan emtialardaki değer artışı, küresel ölçekte dolar talebini artıracak ve mevcut enflasyon, ABD’nin borçlarını anlamsızlaştıracaktır.
Bu durum, yüksek tahvil faizleri ve yapışkan kalan enflasyon anlamına gelmektedir. Hisse senetleri ve küresel sermaye açısından ise “barajlara giden suyun azalması” gibi bir etki yaratacak ve küresel sermayenin bu savaşı kaybedeceğini gösterecektir.