Rahlenin önünde diz çökerek Kuran’ın sayfasını rastgele açtım ve önüme çıkan sayfaya baktım. Duha sûresi çıkmıştı şansıma…
‘Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı da…’ ayetinin geçtiği, insanların kuraklaşmış kalplerine su serpen o ayetin bulunduğu sûreyi gülümseyerek karşıladım. Derin bir nefes aldım ve dudaklarımdan dökülen besmele ayetlerin ahengiyle kulağıma değdi. Okumam bittikten sonra Kuran’ın kapağını kapattım.
Bir meltem rüzgarı esmişti ruhuma gecenin tam ortasında. Yine gözyaşlarım Allah diyerek akmış kalbim yerinden çıkacak gibi çarpmıştı.
‘Bir Allah’ dedim, ‘bin kulum’ dedi…
‘Allah’ım günahlarım çok’ dedim ‘ben affederim’ dedi.
‘Allah’ım hangi günahlarımı itiraf edeyim sana?’ dedim, ‘ben günahları bağışlayanım’ dedi.
Sustum.
Gözyaşlarım konuştu benim yerime… Sessiz hıçkırıklarım arasında melekleri de ağlattım içimdeki yangınla.
O ki, aşk yangını…
Yandıkça daha da kuvvetlenen bir ateşin içine düşmüş İbrahim misali kalbim. Cezbe halinde feryat figan onun kapısında sayıklıyorken üzerime inen rahmetin ılık esintisini hissettmiştim. Ya Allah diye inledi kalbim içten içe tesbihin bir boncuğunu çeken parmağıma eşlik ederek.
Ah Rabbim… Ruhum dizginleyemediğim atların esiri oldu.
Adını andığım her yerdeki bu nur da neyin nesiydi? Görmeden tutulduğum bu sevdaya karşı, ya gördüğünde ne yapsın bu kulun? Bir saniye olsun görsem cemalini sadece bir saniye…
Sahi görebilir miyim gece gündüz hasreti ile yandığım seni?
Adı aşktı bunun biliyorum. Bir melek fısıldardı seher vakti aşıkların kulağına ‘Ey aşık! Aşık olduğunu söylüyorsan derin uykundan uyan ve koş Rabbine, aşkını ispat et.’ diye.
Bir zaman aşk nedir diye sordular bana; Allah dedim, sustu herkes…