Seçimler, milli iradenin sandıklarda kullandığı oylar ile kendisi adına ülkesini, ilini, ilçesini, beldesini ve köyünü kimin yöneteceğine dair kararı ile ilgili tercihinin beyanıdır. Seçimlerde sandığın dili kısa ve özdür. “Beni sandıktan çıkan yönetecektir.”
Sandıktan çıkan sonucu kabul etmemek, çeşitli katakulliler ile seçim sonuçlarını çarpıtmak, halkın tercihinin haricinde başka bir sonuç tesis etmeye ve ipotek koymaya çalışmak milli iradeye saygısızlık olup, faşizan bir düşüncenin tezahürüdür.
31 Mart 2019 tarihinde Mahalli İdareler seçim sonuçları açıklanmaya başladığı zaman, birkaç üzücü olay dışında ülke genelinde sakin bir seçim yaşanması ile ele güne rezil olmadan demokrasi olgunluğu içinde yapılmış olması, beka tartışmaları içinde geçen propaganda döneminden sonra halka rahat bir nefes aldırdı.
Ancak, İstanbul seçimleri ile ilgili yaşanan anormallikler ve sonrasındaki demokrasi kurallarına, akıl ve mantığa sığmayan olaylar yaşanması meselenin ne kadar önem arz ettiğinin göstergesi oldu. İstanbul seçim sonuçlarının veri girişi yapılmıyor diye sanki seçimi organize eden Anadolu Ajansı imiş gibi bir bardak suda fırtınalar koparıldı. Binali Yıldırım seçimi galibi benim diye açıklama yaptıktan sonra, çeşitli TV programlarında seçim ile ilgili yorum yapan birçok yorumcu, açıklamayı çok erken oldu ve etik olmadı diye itiraz etmeye başladılar. Sonrasında İmamoğlu ve CHP İl Başkanı seçimi kendilerinin kazandığını iddia ettikleri bir açıklama ile başlayan süreçte ise sessiz kalmayı tercih ettiler.
Seçim sonuçları açıklanmaya başladığı zaman “Ne kimsenin bir oyunu çalarım ne de çalınmasına müsaade ederim.” Duruşu ile beğeni toplayan, İmamoğlu’nun çizmeye çalıştığı aklıselim duruşu ile provokasyonlara alet olmayacak profili ile herkesi rahatlatmıştı. Ancak ilerleyen zamanlarda, çizmeye çalıştığı ılımlı tutumunun tam tersine, yapılan bilgi girişi yanlışlarına ait belge ve bilgileri görmezden gelip, “İtirazlar ile oyların sayılmasına kamu vicdanı yaralanır. Yeniden sayıma ne gerek var. Olduğu gibi kabul edin ben kazandım.” Mızıkçılığı ve sosyal medyadaki profilini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak değiştirmesi ve alelacele Anıtkabir’e çıkıp şeref defterini, mazbatasını almadığı unvan ile imzalaması etik olmayan ve ince hesaplar ile yapılan bir davranıştı.
Seçim sonuçlarını sadece YSK açıklar. Partililerin açıklamaları kendilerini bağlar ve niyet beyanından öte hiçbir resmiyeti ve geçerliliği olmayan açıklamalardır.
Kaldı ki, birçok yerde CHP veya başka partilerden belediye başkanı seçilmiş olanlar alelacele Anıtkabir’e gitme gereği duymuyor iken, İmamoğlu neden böyle bir hareketi yapma gereği duymuştur sorusu ise cevabı henüz netleşmemiştir.
Bu sorunun cevabı, İstanbul seçimlerine yapılan itiraz sürecinde yaşanan olayları alt alta koyup düşünüldüğün de net olarak ortaya çıkacaktır. Tabi alt alta yazacağınız gerekçelerin içine, ABD’den Venezuela benzeri yapılan açıklamayı, diğer yerlerde seçimlere yapılan itirazlar hak olarak kabul edilip sonuçlandırılırken İstanbul’da takınılan tutumları göz ardı etmemek gerekir.
Ak Partinin, “tamam siz kazanmış olabilirsiniz, seçime itiraz bir haktır. Bizim itiraz hakkımıza saygı duyun. Gerekirse, kamaralar önünde oylar tekrar sayılsın, bizde sizi tebrik edelim.” mahiyetindeki açıklamasına verilen “Hayır tekrar sayılmasın” cevabı sonucu yapılan itiraz da sayımın durdurulması herkesi neler oluyor diye tedirgin etti.
Yakın zamanda, noter tasdikli 600 tane kurultay delegesinin imzasını günlerce sayamayan bir parti kendi verileri ile saydığını iddia ettiği oylarla İstanbul gibi bir metropol kentinde kendini seçimin galibi ilan edilmesi ile ilgili tüm gelişmeler kamuoyunun gözleri önünde yaşanıyor.
Olayların sayımı sonucunda İmamoğlu’nun başkanlığı kazanırsa Ak Parti sonucu kabullenecek. Ama birde sayım
sonucunda oyların devşirildiği ortaya çıkarsa, o zaman çıkarılacak provokasyonlara dikkat derim.
Türkiye, Suriye olmaz, olamaz, diyen, Muhsin Başkan yaşasaydı, bugün “Türkiye Venezüella ve Mısır olmaz, olamaz “ derdi. Aynı bağlamda empati ile Anıtkabir’e çıkan İmamoğlu’na Atatürk: “mazbatan nerede?” diye başlayan bir soru ile monolog yaşanması mümkün olsaydı, nasıl bir manzara yaşanabileceğini varın siz düşünün.