Mütebahhir demokrasi teorisyeni G. Sartori, demokrasinin tanımına girişirken, ilkin, demokrasi’nin “saydam” bir kelime olduğunu, yâni, kelimenin anlamının, dildeki ilk anlamına kolaylıkla bağlanabildiğini, bu yüzden, demokrasiyi kelime anlamına göre tanımlamanın çok kolay olduğunu söyledikten sonra, nitekim, luğavî anlamına göre demokrasinin “halk iktidarı”, iktidarın halka âit olması demek olduğunu belirterek, ancak, bunun, o terimin Yunanca’daki anlamının kelimesi kelimesine çevirisinden başka bir şey olmadığını, oysa, demokrasi teriminin bir şeyi temsil etmekte bulunduğunu hâtırlatarak, soru’nun yalnızca kelimenin ne anlama geldiğinden ibaret olmadığını, ayrıca, o şeyin “nasıl bir şey olduğu” ile de ilgili olduğunu belirtmekte ve bu yüzden, ’bu kelimenin delâlet ettiği gerçek anlamı nedir’sorusuna cevap vermeye çalıştığımız zaman, o şeyin kelimeye uymadığının veya ona tam benzemediğinin görüldüğü sonucuna varmakta ve hemen akabinde “Yani, olgular, gerçekler ile ad arasında az bir uy-gunluk bulunduğunu anlarız. Demokrasinin kelime anlamı açık, kesin ol-makla birlikte, bu, yine de bizim gerçek demokrasinin ne olduğunu anlamamıza yardım etmemektedir.” demektedir.[*]
“Aydın” kelimesi de ilk nazarda saydam bir kelime intibâı verir, yâni kelimenin kökünden anlamı istihraç edilebilir: Demokrasi’nin – ’demos’(halk) ve ’khrasos’tan (iktidar) luğavî olarak “halk iktidârı” olduğunun istihraç edilmesi gibi: “Aydınlanmış, nurlanmış adam”. Ama acaba ne demek “aydınlanmak?” diye zihninize çengelli bir soru takılırsa, o kadar da kolay bir soru olmadığını anlarsınız. O kadar da kolay değil gerçekten; çünkü mes’ele salt bir kelimeden ibâret bir problem değil; mes’ele, bu kelimenin bir şeyi temsîl etmekte oluşu ve bu da demek oluyor ki, mes’ele, yalnızca “aydın” ın kelime olarak ne anlama geldiğinden ibâret değil, kelimenin temsîl ettiği şahsın, müşahhas hakikî şahsın “nasıl bir şey olduğu” ile ilgili esas olarak ve bu yüzden, ’bu kelimenin delâlet ettiği gerçek anlamı nedir’sorusuna cevap vermeye çalıştığımız zaman, o şeyin kelime (lûgat) anlamına uymadığı veya ona tam benzemediği hemence görülmektedir ki bu da dil felsefesindeki en belli başlı problemlerden olan, kelime ile o kelimenin temsil ettiği müşahhas gerçeklik arasındaki uygunluk probleminden neş’et eden bir belirsizlik (vagueness) olup, müşahhas hakîkat ile isim – yâni aydın kelimesi ile aydın kişi arasında – bire-bir bir mütekabiliyet bulunmamak demektir ve bu dai nihâî netîcede, “aydın” kelimesi salt bir kelime olarak ne kadar kolay anlaşılır, hattâ ’açık-seçik’(bedihî, evident) görünse dahi, yine de sâdece buradan yola çıkarak ve sâdece bununla iktifâ ederek, ’gerçek aydın’ın ne idiğinin, ne menem bir “şey” olduğunun anlaşılamadığını farkedebiliriz.
Böylece mes’eleyi “ne” den “kim” e ircâ ettiğimiz zaman, “aydın” kelimesinin çok kolay anlaşılır, kendisini hemen anlatır olmasına mukabil, “aydın kişi” nin hiç de kendisini o kadar mutmaîn kılacak şeklde anlatamadığı tebeyyün etmiş olacaktır.
Sâhi: “Aydın” kim?
“Müdür kim”, “profesör kim”, “general kim” dendiğinde cevap çok kolaylaşıyor ve basitleşiyor: Zîra, bu kelimeler, birer ünvân ifade ediyor; ancak “aydın kimdir” sorusu bu kadar basit değil.
Her neyse; sütun bitti. Bir sonraki yazıya kadar üzerinde tefekkür edelim bu baş belâsı kavramın.
[*] Giovanni Sartori., Demokrasi Teorisine Geri Dönüş (The Theory of Democracy Revisited)., Çeviren: Prof. Dr. Tuncer Karamustafoğlu., Doç. Dr. Mehmet Turhan., Yetkin Yayınları., Ankara., 1996., s.8
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.