Dün, partilerin grup toplantılarında parti başkanları konuştular… “Andımız” yine ön plandaydı.
Mesele “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım…” demenin çok ötesinde… Benliğimize uzanan ellerin içimizi karıştırıp karıştıramayacağı noktasındayız. Direnmezsek, “benlik” tartışmaya açılacak. Açılacak dedim ama ne yazık ki eşik aşılmıştır.
“Benliğimiz” için bütün benliğimizle direnmezsek ve yenilirsek, bilin ki “Türk” kırılacaktır. Kalanlara Kazakistan’ın boş geniş bozkırları gösterilecektir. “Türk”ü silmek isteyen bir elin diliyle söyleyeyim: Bunu böyle bilin!
Balkan Savaşları ile “benlik” arasında çok sıkı bir bağ vardır.
Balkan Savaşı ne zaman başlamıştı? Ve neden Balkan Savaşları? Bu sorular hiç aklınıza geldi mi?
Balkan Savaşları iki kademedir. Birinci kademede Edirne’yi de kaybettik. İkinci kademede Enver Paşa‘nın gayretiyle Osmanlı’nın eski başşehrini aldık ama daha ileriye gidemedik.
Bizim benliğimiz Balkanlarda şekillendi. Çok karmaşık bir coğrafya ve çeşitli milliyetler iç içe… Emperyal güçlerin kışkırtmasıyla her bir millet, Osmanlı’ya başkaldırdı.
İttihatçı Hareket bu yüzden Balkanlarda doğmuştur. Başta gelen bütün İttihatçılar Balkanlarda savaşarak kendilerini fark ettirmişlerdir. Buna Mustafa Kemal de dâhildir. Aşağıda M. Kemal‘in sözlerini vereceğim. “Andımız”a tavır almanın aslında neye tavır almak olduğunu buradan idrak edebiliriz. M. Kemal diyor ki:
“Bahusus bizim milletimiz, milliyetinden tegafül edişinin [gafil oluşunun] çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dâhilindeki akvam-ı muhtelife [muhtelif toplumlar] hep millî akidelere sarılarak, milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkîr, tezlîl ettiler [hakir ve hor gördüler]. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün ef’al ve harekâtımızla [davranış ve hareketlerimizle] gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır [avıdır]. / Mevcudiyet-i milliyemize [millî varlığımıza] düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin [Emin Bülent Serdaroğlu] dediği gibi, ‘Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi’ diyelim. Düşmanlarımıza bu hakikati ifade ettiğimiz gün, kanaatimize, mefkûremize, istikbalimize yan bakan her ferdi düşman telakkî ettiğimiz gün, millî benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her hâili [engeli] derhal devirdiğimiz gün, halâs-ı hakikîye [hakiki kurtuluşa] vâsıl olacağız. Ve sizler gibi münevver, azimli, imanlı gençler sayesinde bu halâsa vâsıl olacağımıza emin olabiliriz…” (Atatürkçülük-Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Kitap, Ankara 1983, s. 276).
Prof. Dr. Erol Güngör, “İslâmın Bugünkü Meseleleri”nde “Bu anlamda İslâmcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslâm ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir.” der.
Ülkemizde olan da budur.
M. Kemal, yukarıdaki sözlerinin ardından din meselesine girer. (Yarın devam).
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.