Mahmut Övür, 28 Ağustos 2017’de bir FETÖ operasyonunda yakalanan Enver Altaylı’ya ait bilgisayarda ona ait olduğu iddia edilen ve yargıya intikal eden bir mektupta şunların yazıldığını iddia ediyor: (Önemine binaen olduğu gibi alınmıştır.)
Cumhurbaşkanı Erdoğan için şunlar deniliyor!
1. “Erdoğan ılımlı bir İslamcı değildir. Kesinlikle laik bir insan değildir, Erdoğan tipik bir radikal İslamcıdır. Kısaca Erdoğan kravat takan bir DEAŞ militanıdır.”
2. “Erdoğan’ın yönü Batı’ya yönelik değil. Kendisinin ufkunda görünen Kremlin siluetinden başka bir şey değil. Erdoğan’ın politikaları ne olursa olsun, kendisi iktidarda olduğu sürece Birleşik Devletler lehine hiçbir şey olmayacak.”
3. “Erdoğan’a Türk halkını ABD’yi dize getirdiğini haykıran bir propagandaya maruz bırakma şansı verilmemesi gerektiğinin altını kesin olarak çiziyorum…”
Türkiye’nin Şanghay ittifakına yönelmesi!
1. “Türk toplumunun büyük ve tek taraflı bir propaganda aygıtı aracılığıyla Şanghay ittifakına doğru yönelmesinin, Türkiye’nin yaklaşık 200 yıldır kendisine Batı dünyasının dışında alternatif bir yaşam alanı hayal etmeyen, kendi ulusal kurtuluş savaşı sırasında bile bağımsızlığının garantisi olarak İngiliz ya da Amerikan Mandası fikrini esas alan, çok yakın zamana kadar ABD’nin koşulsuz dostu ve müttefiki olan bir ülke olduğu düşünülürse, onarılmaz bir kayıp olacağına inanıyorum…”
2. “Ben bir paradigma değişikliği öneriyorum. ABD, Türkiye’de kamusal alanda ciddi bir diplomasi atağı başlatmalıdır.”
***
Sayın Övür, Altaylı’ya ait olduğu iddia edilen mektuptaki düşüncelerle ilgili olarak yazdığı iki köşe yazısının sonuncusunu şu satırlarla sona erdiriyor: “Altaylı, hâlâ “milliyetçi” kimliğiyle bilinen biri ve o kesimlerden hiç kimse bu kirli ilişkileri sorgulamıyor. Neden acaba?”
Sebebi gayet basittir.
Ortada görülmekte olan bir dava var. Yukarıdaki görüşler gerçekleri yansıtıyor mu? Sözü edilen mektup gerçek mi, gerçekte Enver Altaylı’ya mı ait? Bunu bilmiyoruz.
Böyle bir mektuptan Sayın Övür yazdıktan sonra haberdar olundu.
Aksi durum insanı yargısız infaz yapmak, masumluk karinesini çiğnemek tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Bu bağlamda yargının kararını beklemek hukuki ve etik yönden daha doğrudur.
Ancak Sayın Övür’ün belirttiği mektuptan yola çıkarak yazdıklarının doğru olduğunu varsayarak kanaatlerimizi belirtebiliriz.
Ajanlık ve uşaklıkla milliyetçiliği karıştırmamak gerekir! Bunlar birbirlerine taban tabana zıt davranış biçimleridir.
-Bir defa yukarıda Övür’ün bahsettiği mektuptaki satırların sahibi her şey olabilir ama Türk Milliyetçisi asla olamaz.
-Milliyetçi her şeyden önce kendi milletini, kültürünü ve ülkesinin çıkarlarını sahiplenen kişidir. AB/ABD ya da BOP savunucuları ajanlar, provokatörler, yabancı uşağı olabilir ama milliyetçi olamazlar. Bu eşyanın tabiatına terstir.
-Dahası bir kişinin kendisini milliyetçi ya da milliyetsiz olarak tanımlaması önemli değildir; hangi milletin ya da devletin çıkarına hizmet ettiği önemlidir.
-Milliyetçilik “ya istiklal ya ölüm” ideali üzerinden “manda ve himayenin kabul edilemez” olduğunu herkesten önce haykırmayı gerektirir. Millî Mücadelede mandayı savunanlar İngiliz Muhibbileri Cemiyeti üyeleri ve Wilson Prensipleri Cemiyeti üyeleri olmuştur ve onlar aynı zamanda milliyetçilik düşmanlığı yapmışlardır.
-Milliyetçilik düşmanı olan birisi ancak kendi Cumhurbaşkanına ve devletine karşı küresel gücü harekete geçirmeye çalışır.
Bir milliyetçi ABD’yi “Türkiye’de kamusal alanda ciddi bir diplomasi atağı başlatmaya” teşvik edebilir mi?
Bir milliyetçinin Türkiye’de küresel güç olan “Birleşik Devletler lehine” bir şeylerin olması için yanıp tutuşması düşünülebilir mi?
Milliyetçiler SSCB döneminde de antikomünist olduğu kadar antifaşist ve antiemperyalist idiler. Bugün de öyledirler. Türkiye’nin çıkarları ve bağımsızlığı ile milliyetçilik arasında doğru bir orantı vardır.
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.