Kış akşamlarının derin ve uzayan sohbetlerinde son zamanlarda işitmeye alıştığımız “beka sorunu”, “Müslümanlığın ve Türklüğün son kalesi” veya “NATO işgali” benzeri ifadelere artık aşina olmuş durumdayız. İşin tuhafı bu tür söylemler artık yetkili, farklı siyasetçilerimiz tarafından da sık kullanılmakta ve kendilerine oy da getirmektedir.
Bunları işittikçe hep gözlerimi kapatır 1970’li yıllara dalarım ve sorgularım; bu söylevlere o zamanlar “merkez” itibar etmezdi de, bugün neden ediyor ? Yoksa merkez radikalleşiyor mu?
Lise arkadaşlarımdan biri ile 40 yıl sonra bir araya gelmiştik. O sosyal demokrattı. Haydarpaşa lisesinin radikal Maocu gruplar tarafından terörize edildiği o yıllarda, fırsat buldukça onun ile milliyetçi-mukaddesatçı kimliğimle nitelikli polemiklere girerdik. Hatta İTÜ’de okuduğumuz sonraki yıllarda kalabalığın içinde bana yaptığı “bira içmeme” latifesi de yüreğimi ağzıma getirmişti. Zira bira içmemek faşist olmanın sinyali olabilirdi, bu da en hafif yaptırımla okulda fişlenmenize neden olabilirdi. Arkadaşım, son yıllarda beni televizyonlardan izlermiş. Buluştuğumuzda bana aslında sen çizginden bir şey kayıp etmedin o zamanda toleranslıydın. Ancak, o zaman sende gayri-Müslim karşıtlığı vardı, bundan da kurtuldun anladığım kadarıyla diyordu.
Çocukluk ve gençlik yıllarımızdaki merkezi oluşturan ana kitle, Erbakan ve Türkeş’in savunduğu tezlerin çoğunluğunu ciddiye almazdı. Erbakan daha çok dindar ve ütopik, Türkeş ise Sovyet işgali tehlikesine karşı Türk milliyetçiliğini ön plana çıkaran aşırı idealist kişiler olarak algılanırdı. O dönemlerde Cami cemaati dediğimiz kentli 5 vakit namazlı insanlar Erbakan ve Türkeş’i severler ama gerçekçi bulmazlardı. Tercihlerini AP ve CHP doğrultusunda kullanırlardı. Tarikatlar; İskender paşa (M. Zait Kotku ile çok etkindi), Menzil ve Erenköy (Sami efendi). Merhum Erbakan ve Türkeş’in iddialarına oldukça mesafeli yaklaştıkları ve çevrelerine bu anlamda telkin verdikleri söylenirdi. 1980 İhtilaline kadar MSP ve MHP’nin oylarının toplamı yüzde 10 seviyesini aşmamıştı. MSP’ye teveccüh tabi ki daha fazlaydı, zira dindar esnaf ve Kürtler MSP’yi tercih ediyorlardı. İslam ortak pazarı, ağır sanayi, AB karşıtlığı veya 9 Işık Halkın günlük yaşamında henüz karşılık bulmamıştı.
Süleyman Demirel ve hatta Bülent Ecevit dahi, içerde ve dışarda temkinli, ama ekonomide hayatın içinde olan bir anlayışa zaman zaman ‘Türklük’ ve ‘Müslümanlık’ ögelerini politik semboller olarak katmışlardı. Ama azıcık bu kadarlık Türk-İslam söylevi, MSP-MHP aksine, yeni bir macera getirmedikçe merkez partilerde seçmenin hoşuna da gidiyordu.
70 ve 80’lerde iktidar erkini belirleyen merkez seçmen her ne kadar gönlünden Osmanlı nostaljisinin fantezileri geçse de, devletin bu fantezileri macera gördüğünü ve bu tür politikalara prim vermeyeceğine kaniydi. Merkez, istikrarı tercih ettiğinden oylarını da bu doğrultuda kullanıyordu.
79 İran devriminden sonra Cezayir’de İslami Selamet partisi yerel seçimleri kazanmış ancak ordu yönetime el koymuştu. Sovyetler dağılmış Türki cumhuriyetler varlıklarını açığa çıkarmışlardı. Türkiye’de de seçmen İslami ve Türkçü yaklaşımı savunanlara birer şans verilmesi gereğini düşünmeye başlamıştı.
1994 Yerel Seçim sonuçları, merkezin artık İslami yaklaşımı savunanlara ısınmaya başladığının göstergesi oluyordu. Bu seçim adeta merkez açısından devletin, İslamcılara iktidarı paylaşabileceğinin bir sinyali olmuştu.
28 Şubat’ı saymazsak, gerek İslami yaklaşımı gösteren siyasi hareket ve gerekse devlet, topluma karşılıklı uzlaşma sinyallerini zaten vermişlerdi. Aslında AK parti ANAP’ın ilk çıkışı gibi çatıda 4 eğilimin başlangıçta uzlaşma partisiydi.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Osmanlı tarım toplumunun tasfiyesi çok sancılı olmuştur. Merkezin niteliği ve tanımı da bu sürece bağlı olarak değişmekteydi. 1950 DP ile köyler taşraya, 1960 AP ile taşra şehre, 1980 ANAP ile şehir yurt dışına açılmaya başlamıştı.
Sovyetlerin ve Soğuk Savaş konseptinin çöküşü, Türkiye’deki eski merkezi paradigma değişikliğine zorladı. O dönemdeki merkez bu değişikliği yapamadı ve ekonomik olarak zayıflamaya başladı. Aynı zamanda bu çöküş Türkeş ve Erbakan’ın tezlerinin bir bakıma karşılığının olabileceğini de merkeze gösterdi. 80 ve 90’lı yıllarda politikacılar taşrada kalkınmayı gerçekleştirmek yerine köyleri ve kasabaları şehirlere doldurmayı tercih ettiler. Bu Kürt sorununu mutasyona uğrattığı gibi, eski merkezide zayıflattı.
Özellikle RP ve AK Parti’nin yerel-genel seçim hükümranlıkları sonucunda, tamamen değişen farklı bir dinamik merkez kimliği oluştu. Kentlerin geliri arttı. Ancak merkez taşralaştı. Kent hazım etme kapasitesini kayıp etti. Merkez taşranın üretim ilişki tarzı, değerleri popülist siyaseti belirleyici oldu.
Burada yeni oluşan merkezi sadece muhafazakar olarak tanımlamakta yanıltıcı olabilecektir. Muhafazakar ve Seküler merkez olarak da ayırabiliriz. Veya “Ertuğrul” seyredenler ve “Vatanım Sensin” seyredenlerin çoğunlukta olduğu kitlelerde diyebiliriz. Bu arada merkezin kıyısında bulunan “Netflix”ten dizi izleyen beyaz yakalılarımızı da yad etmeden geçmememiz gerekir.
Devletin tavrı, her zaman merkez seçmen tavrını belirlediği gibi bugün de belirleyicidir. Bugün artık eskisinden çok daha hızlı bir şekilde Dışişleri Bakanlığı, Kudüs veya ABD’yi protesto konusunda muhafazakar tepki vermekte, TSK içinde başörtüsüne ilişkin olumsuz yaklaşımlar değişmektedir. Bu da artık yeni merkezin Türk-İslam sentezi sembollerini popülarize etmesini kolaylaştırmaktadır.
Kamu gelirleri ve rant politikaları yeni oluşan yoksul taşra merkezi finanse edebildikçe, devlet kurumlarının uzun vadeli özerkliğini sağlanmadığı müddetçe, siyasetçilerimiz yeni merkezi radikalleştirmeyi tercih edeceklerdir.
Tarık ÇELENK 22 Ara 2017
Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik‘te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.
Yeni Birlik Gazetesi’ni Gazete Bayilerinden Temin Edebilirsiniz.